21 Aralık 2008 Pazar

i love you much, its not enough

Sevdiğinde çekip gitme zamanı gelmiştir.
Göğüslerinin arasına başını sakla,
nefes al yürü çek git...
Hayat sürprizlerle dolu
Eczaneden çıkıyorum.
Teraziden şimdi indim.
80 kilo çekiyorum.
Seni seviyorum.

-blaise cendrars

Belki de bunu yapmalıydık. Birini sevdiğini anladığında çekip gitmeliydik. Eskiden çok kıymet verdiğim biri, birini bir anda seversin ama sevdiğini bir anda anlamazsın demişti. Tam tersi de olabilir, mühim değil, ikisi için de farklı önerilerim var.


1. Bir anda anlamıyorsak

Yani yavaş yavaş anlıyorsak, en başta küçük bir işaret alıyoruzdur muhakkak. Onu görünce midede kelebeklerin oluşması mesela çok kesin bir semptom. Bu şarkıyı dinlese çok sever diye düşünmek de bir semptom, ancak daha belirsiz zira sadece tanıdığımız kimselere de yapabiliriz bunu.

İşte bu işareti alınca, işleri ağırlaştırmak gerek. Çünkü her ilişkinin başı güzel. İlk ilan-ı aşka kadar heyecanlı her şey. Gerisi, kimle birlikte olduğunun önemi olmaksızın, aynı. Sigaranın ilk nefesi gibi. En güzel yeri başlaması.

Birine ilgi duyduğunu düşünüyorsa kişi, hemen bu konudan uzaklaşıp işleri ağırdan alıp yaşananın tadını çıkarmalı. İlişkiyi, aşk itiraflarını mümkün olabildiğince geciktirmeli. En sonunda, artık hormonlarına ve de kalbine karşı çıkamadığı noktada da artık söylenmesi gereken, seni seviyorum ve bu yüzden gidiyorum olmalı.


2. Bir anda anlıyorsak

Bir anda anlıyorsak âşık olduğumuzu, zaten güzel kısımları bunu anlamadan evvel yaşamışız demektir. İçinin erimesi, kalp atışının hızlanması, endorfin salgısı, göz kırpma sayısında artış, gereksiz neşeler ve yan etki olarak gereksiz hüzünlenmeler. Acaba diye sormalar. Güzellik burada bence.

Ve bir anda âşık olduğumuzu anladığımızda bunu hedef kişiye söylemeden evvel son bir güzel gün geçirmekte fayda var diye düşünüyorum. En son, unutulmaz, büyülü bir günün ardından artık söylenmesi gereken, seni seviyorum ve bu yüzden gidiyorum olmalı. Ada’da ya da Rotterdam’da olabilir. Paris fazla klişe, hem de turist yoğunluğu böylesi yüksek olan bir şehirde yeterince büyülü bir gün geçiremez insan. Yani en azından ardından terk etme gelen bir ilan-ı aşka yakışacak kadar büyülü bir güne yetmez.


Her iki şartta da, nasıl anlıyorsak sevdiğimizi, her ne haltsa yani, sevdiğini bildiği gibi terk etmeli kişi.


Bu dakika, bu enlem ve boylam üzerinde, oda sıcaklığında, normal koşullarda buna inanıyorum.


Eğer sevdiğimi söyleyip gidebilseydim zamanında, bugün geçmişimi böyle hatırlamayacaktım.

Ve gelecekte, çok sevdiğim bu adamı kokuşmuş bir nefretle anmaktansa sanırım ona, onu sevdiğimi ve bu yüzden gittiğimi söyleyeceğim.

Bilemedim nedir, ne değildir. Bu gerçeklik düzeyinde buna inanıyorum ve canımın içi çocuk gidiyorum.

18 Aralık 2008 Perşembe

Arizona Dream

G : Life is beautiful.
A : Grace?
A : Do u think it'd be really bad if I.. um.. kissed you?
G : No..
A : No?

Bu sahneden başlayıp sonuna kadar tekrar tekrar izliyorum sürekli. Lili Taylor ne muhteşem oynamış. Axel'a bakışları, dudakları. Ekrana atlayıp sarılmamak için zor tutuyorum kendimi..

17 Aralık 2008 Çarşamba

.back to the old copy of myself.

.sanırsam ben de bir sistem geri yüklemesi durumu söz konusu. eskisi gibi sessizce oturuyor, konuşmuyor ve insanlar tarafından yöneltilen "konuş da biz de sıkılmayalım" gibi yorumlara maruz kalıp gülümsüyorum. bu da güzel. hem uzun zamandır ilk defa mutlumsuyum. can sıkıcı olabilirim konuştuğumda, sustuğumdan daha da fazla. belki de olmam ama benim canım sıkılıyor konuştukça.
.evet bu konuda bencilce davranıyor olma ihtimalim var tabi. bir noktada daha bencilimdir, doğumgünü kavramını sevmem, başkalarınınkine de yeniden önem vermemeye başladım. eskiden kutlardım bir yerlerden öğrendikçe, ama bitti o dönem. kimse alınmasın. ben içimden geldikçe "iyi ki varsın iyi ki hayatımdasın" derim, demesem sarılırım, severim, okşarım vs. anlaştık mı?
ben peşin peşin söyledim her şeyi.
sevgiler herkese.

8 Aralık 2008 Pazartesi

.flowers in the "wine".


.bu da neyin nesi demeyin. şimdi hemen anlatacağım. evet ben deliyim. şarap şişesinde çiçek yetiştiriyorum. evet her gittiğim yerden taş toplar, çantamı 5 kilo daha ağırlaştırır dönerim. sonra o taşlar hemen müzik setim üzerindeki yerini alır. şişelerim de çıplak durmasın diye güzel kokulu çiçekler toplarım.
.güneşin henüz ılık saatlerinde uyanırım. saatim her ne kadar gün doğumunda çalsa da ben onu ısrarla kapatır uyurum. bazen de zaten uyuyamadığımdan penceremden dışarı bakar, güneşi beklerim. doğsun da ısınsın diye ellerim.
.sanırım biraz saçmalamak istedim. evet her zaman bu kadar mutlu ama şapşal kelimelerle göremezsiniz beni.
.artık şişem boş ama çiçeklere can verdi. hemen yeni bir şişe alınası ve yarın içilesi.
.sevgiler herkese.

5 Aralık 2008 Cuma

Hayat, çizgi filmlerden daha komik..

İnsanlar avcı olduklarını sanıyor beni de av olarak görüyorlar heralde. Elmır Fad misali hayatımın kapısını omuzlayarak kırıyor ve hayatıma girdiklerini sanıyorlar. Bense arka kapıyı açmış bir şekilde bekliyor oluyorum onları. Girdikleri hızla çıkıyorlar hayatımdan. Bense çok sevdiğim havucumdan bir ısırık daha alıyorum..

30 Kasım 2008 Pazar

vu huu

katıksız mallık
bi hafta çalıştıgım sınavın saatini yanlış biliomuşum kaçırdım sınavı
yok artık yav
sinirlerim çok bozuk günlük

17 Ekim 2008 Cuma

festival

dün uykusuz aldım. hoca geldi anfiye.okuyamadım.sıranın altına koydum.unuttum.bugün gittim yerinde yoktu.
p tesi iş anlaşması yaptım bi adamla.iki gün sonra aradı vazgeçti.
sınav sonucum açıklandı. 50 ile geçeceğim sınavdan 49 aldım.
başvuru yaptıgım ilaç firmaları geri dönmedi.bugün ark. ''seni de aradılar mı?'' diye sordu.
okuldan kadro çıkıcaktı güya.çıkmadı.o da bi bana çıkmadı.
bana kin besleyen bi hocadan ders alıyorum.düzenli olarak azarlıyor.
bi film izleyim dedim haftasonu.şehre festival bile gelmemiş..

26 Eylül 2008 Cuma

bazen

Bazen
Güneş doğar, güneş batar
Ama insan uyumaz bazen, düşünür
Geceler kısa çabuk geçer
Ama insan uyumaz bazen
Düşünür
Deniz masmavidir ne güzel
Ama insanlar görmez bazen
Şiirler ,şarkılar ,masallar
Ama insanlar duymaz bazen
Üzme kendini
Ümitsiz gibi
Sevenin var bak
Ne güzel

23 Eylül 2008 Salı

kurbaga

çok garipler deneyimler yaşadım bu hafta şeklinde başlayan yazımın devamı niteliğinde... yine oldu. bu kez başka hayvanları kesip biçtik. mekanlar ve kişiler değişmişti bu kez.
mekan: tıp fak içinde herhangi bir lab.
failler: hafiften geveze bir fizyoloji asistanı, bikaç örenci
kurbanlar: biri küçük salak, biri yemyeşil güzel iki kurbaga
amacımız birinin beynini beyinciğini beyin sapını kesmek ve bakalım üstüne asit dökünce napıo die bakmaktı. kutudan kurbaga çıkarmanın zıplayıp hoplamasına engel olmanın inceliklerini ögrendik. makası azının yanındaki boşluktan sokup çevirdik. ve kestik. eter kulanmadık zira deneyi etkiliomuş. astık başsız kurbamızı bi askıya ve üstüne sülfirik asitli kaıgt yapıştırdık. kagıdı çıkarmak için o taraftaki bacagını çekti. abarttı çırpındı yıktı ortalıgı. ben yeter dedim yıkayalım yazık ama. yazk deil acı çekmio sadece bi cvp dedi. agrı merkezlerini kesmişiz zaten. peki dedim. tekrarladık deneyi bacanı tuttuk bakalım napıcak dedik. diğer bacagıyla iteklemeliydi kagıdı. çapraz reaksiyon.yapamadı. beceriksizmiş.yeter ya tmm dedim. ya acı çekmio bakma sen kıvrandıgına reflex dediler. peki dedim. bacagından siyatik sinirini kestik. yine asit. yapamadı elbette. refleks tepkileimiz omuriliktedir ama siniri kesersen de cvp iletilmez dimi ama. sonra bana verdiler kalbini çıkardım . klasik hikaye. kalp sinir sistemnden bagımsız kasılabilio efendim. eşşek gibi kan pompalıodu valla. ikinci kurbaya gelince. bunun sadece beynini çıkardık sonra suya attık yüzdü! yüzmek beyin sapı tarafından idare edilen bi davranışmuş. ilkinde beyin sapını da kesince yüzememişti yavrucak.
bildiğin lab föyü gibi kullanıorum blogu. evet.
ha asıl olay anatomi labında kadavraları görmemdi ama onlar etkileyici deiller. sonuçta epeyce önce ölmüşler. ''elinin altında kalbin attıgın hissetmezsen etkilemez dior'' burada son veriorum. ( ama bugun çalıştıgımız kızın intihar ettiğini sölediler. hemen bi buruldum. az daha ayrıntı verseler devam edemicem. pek fena.)

21 Eylül 2008 Pazar

Koklama yetisi ve alkolik bünye..

Merak ediyorum acaba neden sarhoş olduktan sonra uyandığımızda burnumuz bu kadar hassaslaşıyor?

Koklama yetisiyle akşamdan kalmış bir beynin ne alakası olabilir? Acaba çiçeksel bilincimiz ancak memeli ve sürüngen bilinçlerimiz sarhoş olduğunda mı kaçıp kurtulabiliyor?

18 Eylül 2008 Perşembe

sıçan

çok garip deneyimler yaşadım bu hafta..itinayla şeker hastası haline getirilmiş bir sıçan gözümün önünde diğerlerinin arasından seçildi.. bi iki dakika sonra ölümle tanışcagını tahmin etmiodu muhtemelen.ben o seçilirken bunu hissedip hissetmediğini merak ettim. derken kuyrugundan kaptıgımız gibi attık bi kovaya kendisini. üstüne eter döktük. azını kapadık. birkaç dakika ön ayakları havalandı yukarı dogru ama yeterince yukarı uzanamadı ve yere çöktü. bunu tekrarladı. ben yine acaba ne hissediodur diye düşündüm. artık anlamıştır muhtemelen ama beyni de bi yandan uyuştugu için anladıgı şeyi tıpkı uykuyla uyanıklık arası algısı kadr flu anlamıştır bence. sonra bayıldı. nefes alması yeterince yavaşlayana kadr bekledik. izledik. çıkardık ve boynundaki atardamarları kestik. böylece uluslararası olarak onaylı bi yöntemle , sıçanımız acı çekmeden ölmüş oldu. etik bi ölüm izledim. gel gör ki hala işlemler arasında muhakkak bi yerlerde bişi hissettiğini düşünüyorum. umarım çaresizlik deildir. devamında hızla orasından burasından alınan doku örnekleri deney düzeneğine yerleştirildi. bıdır bıdır hareketli haliyle ölümün kıpırtısızlıgı arasında olanlar gözlemciyi şok eden kısımdı bence. sonrasında hareketsiz duran hayvandan parça almak kısmı sıradandı. elimizdeydi. hareketliydi.bizi görüodu. bakıodu. zıplıodu. durdu.tuaf...

25 Ağustos 2008 Pazartesi

içi geçmek

geçmiş valla...benim içim geçmiş...kimselere görünmeden önünüzden geçip gitmiş...şimdi anlıyorum

22 Ağustos 2008 Cuma

belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

bugün turgut uyar'ın ölüm yıldönümü.

ya da, çok komiksin azrail, turgut uyar hiç ölür mü?

15 Ağustos 2008 Cuma

çok önemli açıklamalarım olacak

dikkat: aşağıdaki yazıda hakikaten önemli tek bi cümle bile yok. uzun süreli yoğun aksiyondan sonra bi kaç gün boş boş oturunca canım sıkıldı, o yüzden böyle boş boş yazılar yazıyorum. 'saçmalık okucak havamda değilim hafız' diyenler atlasınlar bu postu, diğer postlara doğru yelken açsınlar. (onlar çok ciddi, çok didaktik postlarmış gibi bi hava oluştu ama neysem)


1.uçuk dünyanın en berbat şeyi. Uçuğu anında geçiren bişey bulsunlar, tüm paramı yatırırım. (çok param var ya)

2.menemen güzel bişey.menemen yiyelim.

3.modern sabahlar harika. herkes dinlesin. Oğlum bırak bakiim o elindekini, dinle burayı!!

4.film çekimi izlemek o kadar eğlenceli değilmiş. sıkıldık. ama sonra dünyanın en eğlenceli mahallesinde olduğumuzu farkettik. evet dünyanın en eğlenceli mahallesi sarıyerde. arada gidip mahalleliyle takılcam ben. nefiseyi ve mercanı sevicim.

5.az da olsa güzel olmak faydalı bişey. barışarock'tan dönerken hayvan gibi bi otobüs kuyruğu varken çotadanak önümde durup beni gitçeğim yere bırakıverdiler millet oralarda eziyet çekerken. halbuki bugün süper uçuklarım saç baş dağılmış bi şekilde büfedekilere kontörlü telefon sordum, hiç sallamadılar.

6.finansbank panik halinde beni arıyor borcumu ödiim diye halbuki her gün önlerinden geçiyorum ahahe, teknolojinin hala çok ilerlememiş olması güzel. (tutuklanınca da gülerek açıklama yapabilceğimi umuyorum)

7.ne zaman bişey öğreniyim desem, her şeyiyle öğrenmeye kafayı taktığım için hiçbi şey öğrenemiyorum. kaç aydır elimde bi dünya tarihi kitabı var, iki satır okuyup ilk bilmediğim şeyde hemen aboov o neymiş diye internete koşup bakıyorum, linkten linke atlarken akşam oluyor, ilk başladığımla alakasız bi konuya gelmiş oluyorum. üstelik aynı anda bin tane konuyla (şu albümü de dinliyim, oha ne kadar çok izlemediğim film var, şu yazarın bütün kitaplarını ardarda okuyum, ama dur arada şu sosyoloji kitabına da bakıyım..) ilgilenmek istediğim için işler iyice karışıyor. bu sorunu bi çözebilsem parçacık fizikçisi olucam.

8. bi sürü uğraşarak şahane bi perde diktim, ada gelip abuk bi şekilde kesti, öldü perde. hadi o manyak, ben güya mühendis olucam, insanın gözü bu kadar mı orantıdan, nizamdan uzak çalışır? ek mek yapıp tekrar adam etmeye çalışıcam perdeyi, eğer gene abuk bi ölçü yanlışlığı yaparsam manav projemi kaldırdığım tozlu raflardan indirmeyi planlıyorum.

9. bi kısmınız biliosunuz, bi süre önce 'burger king dini' diye bi din kurduk. hakikaten çok şahane ve çok lezzetli olan bu din bugüne kadar hayata ve evrene dair bütün sorularımıza tatminkar yanıtlar vermeyi başarmıştı. fakat son günlerde cennet-cehennem ile ilgili sorulara verimli yanıtlar veremediğini düşünerek yeni bi din arayışına yöneldim ve şöyle şahane bi din buldum (esasen evrim teorisi ve 'akıllı tasarım' muhabbeti üzerine bişiler okurken buldum, evrim teorisinin yanında 'akıllı tasarım'ın da okullarda öğretilmesinin talep edilmesi üzerine bi öğretmen ben de bu teorinin okutulmasını talep ediyorum o zaman diye bi mektup yazmış bakanlığa falan. zaten cümlemi bitirince göreceğiniz linki izlerseniz öğreneceksiniz.)

church of the flying spaghetti monster
http://www.venganza.org/

http://en.wikipedia.org/wiki/Flying_Spaghetti_Monster

ve hatta ekşi sözlükte flying spaghetti monster diye bakılabilir.

hem din çok şahane, hem de tanrının tipine bayıldım ehasldja. bizim en büyük hatamız bu tip bi şeyler hazırlamamak oldu bence. o yüzden üç beş müritle kalakaldık.

10. ayağımda kocaman bi yara, onun etrafında sargı bezleri, kollarımda elli çeşit morluk ve çizik, yorgunluk, ateş, üzüntü ve bunlardan kaynaklı bi sürü uçuk sebebiyle, istanbula gelmeyi planlamış olanlarınızla görüşemeyebilirim bi süre. Hoş kim ne zaman geliodu onu da hatırlayamıorum. Fakat muhtemelen bi hafta içinde energizer tavşanı olarak hayatıma devam edicem. Hiçbirinizi öpmüyorum uçuk bulaşmasın.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Merhaba, ağustosun ilk günü..

Mai Ostiyon'da yaşıyor

Bugün aslında haşlanmış karnabahar sesiyle uyanmıştı. Koşarak evin arka bahçesindeki kuyuya gitti. Kuyunun içindeki yeni doğmuş fostakileri besledi. Fostakileri biliyorsunuzdur, hani şu mor renkli olanlardan. Henüz yedi Ostiyon gecelikler.Sanırsam büyümeleri için otuzsekiz Ostiyon gün dönümüne ihtiyaçları var.Neyse işte, gidip onları sim suyuyla besledi biraz.Ama işte oburlar biraz, moni sütü olmadan doymuyorlar.Mai bundan hiç yakınmıyor oysa.Ben olsam kesin sıkılırdım.Onlarla aralıksız ilgilenebilir. Uykusunda bile sayıklıyor bazen onları.
Hımmm, nerde kalmıştım, işte ben Mai'nin saçlarına yucs otuyla yaptığım bir karışımdan sürecektim. Bunu yakın zaman önce tesadüfen keşfettim.Ostiyon'un su yüzündeki yerine göre renk değiştirebiliyor saçlarım bunu sürdüğümde. Bu Mai'yi öylesine heyecanlandırdı ki. Söz vermiştim ona da yapacağıma. Ancak biliyorsunuzdur, zamanım olmuyor hiç. Haftanın on yedinci gününde yapabilirdim belki.Ogün tatil.Ben yaptım.Öyle ya canım ne isterse onu yapabiliyorum ben.İstediğim günü de tatil yapabilirim.Ihm bazen düşünüyorum da, belki de ne istersem yapamıyor olabilirim.Mesela keşke hayvan sevmez birisi olmasaydım.Ama ısırıyorlar bazen.Bazen de ölüyorlar.Onları nasıl sevebilirim ki.Şey işte.Müzik dinlemeyi o kadar çok seviyorum ki.Ama hayatım boyunca hiç şarkı söylemedim ben.Sanırsam sesimden hoşlanmıyorum bazı zamanlarda.Fostakilerin en çok seslerini seviyorum.Belki de Mai'nin haşlanmış karnabahar sesiyle uyanmasına rağmen koşarak kuyuya gitmesi de bundandır.
Ne diyordum, müzik dinlemek beni heyecanlandırıyor.Mai bazen şarkı söylüyor bana.Şarkı bilmiyor aslında pek, ama söyleyebiliyor.Canı ne isterse ondan şarkı yapabiliyor.Geçen gece nehir kıyısında lasji içmeye gittiğimizde, kesilmiş çimenlerden şarkı yaptı.Evet bunu gerçekten yaptı.Orada olsaydınız bana inanırdınız.
Mai'nin uçan balonları da beni çok heyecanlandırıyor. Bir keresinde, on birinci Ostiyon gün dönümümde benim için, kuruttuğu kocaman Japon Balığından uçan bir balon yapmıştı.Ogüne kadar onunla hiç kavga etmemiştik aslında.Ondan sonra da hiç kavga etmedik zaten.Ama benim Japon Balıklarına alerjim olduğunu her ikimiz de bilmiyorduk o zaman.Bana hediye ettiği uçan balonu, o gece yatağımın başucuna bağladım.Ve uyumadan, gece yatağımla birlikte uçabilmeyi diledim.Bunu ne kadar çok istediğimi tahmin edebilseydiniz keşke.Uhh, bundan sonrası çok kötü. Sanırsam bu uykumdan kırküç Ostiyon gecesi uyanmamıştım hiç.Uyandığımda saçlarım bile uzamıştı.Mai bana küsmüştü, onu terk edip gittiğimi sanmış.Uyandığımda da ben ona küsmüştüm oysa.Beni uykumdayken gelip uyandırmadığı için.Ama işte bunu yapmamasını ondan küçük kardeşim istemiş.Çünkü eğer beni uyandırsalarmış belki de pullarım çıkıcakmış ve hatta bir kuyruğum bile olabilirmiş.Gerçekten.Bunu düşünmek bile istemiyorum. Neyse işte, şimdi bir kez daha düşündüm de, sanırsam biz Mai'yle hiç kavga etmemişiz . Bu güzel bir şey olmalı.

Mai'yle mısır yemeyi de çok seviyorum.Ama aslında ben mısır yiyemiyorum, boğazıma kaçıyor patlamış mısır.Ama Mai çok seviyor işte mısırı.Benim için patlamış mısır ayıklıyor hem de.İnanabiliyor musunuz, bunu hiç sıkılmadan yapabiliyor.Dedim ya Mai bazen hiç bana benzemiyor.Bazen geceleri uyumadan vadide koşmaya gidiyor.

Mai için bir şeyler yapmak beni çok heyecanlandırıyor bir de.Bir keresinde kasabadaki tüm yumurtaları toplamıştım ve hepsinin üzerine başka bir masal yazmıştım.Bu tam olarak yirmi üç Ostiyon günü kadar sürdü.Aslına bakarsanız bu kadar süreceğini tahmin edememiştim.Son yumurtalara geldiğimde ilk yazdığım masal yumurtalarından çıtırtılar gelmeye başladı ve ben geçen zamanı ancak o zaman anlayabilmiştim.Gerçekten de ağlamak üzereydim işte o anda, düşünsenize kasabadaki tüm yumurtalar birden çatlamaya başlamak üzereydi.Üstelik Mai'nin yazdığım masalların tek birinden bile haberi yoktu henüz.O kadar korktum ki ağlamaya başladım.Ve o kadar yüksek sesle ağlamaya başladım ki yumurtalar bundan korktular ve artık çıtırtıları susmuştu.Ve sonrasında olanlara inanamayacaksınız gerçekten.Ben de yumurtalardan korktum bir anda ve susmuştum ki Mai inanılmaz bir şey yaptı.Arka bahçedeki kuyudan şarkı yapmaya başladı.Bunu gerçekten de yaptı.Ve bunun nasıl bir şey olduğunu size tarif edebilmem o kadar imkansız ki, keşke duyabilecek kadar şanslı olsaydınız.O an kendimi bir deniz kızı olarak hayal edebilirdim ve belki de bir deniz kızına dönüşebilirdim.O kadar güzel bir şarkıydı ki.Dalgalar ve köpüklerle altından kumları olan bir sahile taşınırdım.Güneş tenimi ısıtırdı ve suyun serinliğini de hissedebilirdim aynı anda.İnanılmazdı.Sonrasında ne oldu biliyor musunuz, tüm yumurtalar yavaşça sesin geldiği tarafa doğru yuvarlanmaya başladılar.Büyü denilen bir şey varsa eğer, bence bu an olmalı.Tüm yumurtalar yavaşça kuyuya doğru yuvarlanıyordu, ve bu titreşimlerle fostakiler uyandı ve onlar da o kadar etkilemişlerdi ki şarkıya karıştılar.Şuanda bile o kadar heyecanlanıyorum ki. Ah ben koşarak Mai'nin yanına gittim önden, kırmızı burnumu gördüğünde şaşırmıştı ama şarkısına devam etti.Sonrasında yumurtalar yavaş yavaş gelmeye başladılar.Mai neler olduğuna anlam veremedi tabi ki, ama ondan şarkısına devam etmesini istedim.Kasabadaki tüm yumurtaların masallarıyla kendine doğru yuvarlandığını gören Mai'nin ne kadar şaşırdığını tahmin bile edemezsiniz.Neyse işte bundan sonra ne olduğunu hatırlamıyorum.Çünkü kuyuya düştüm yanlışlıkla.Uf inanabiliyor musunuz, böyle mükemmel bir anda kuyuya düştüm.Belki de şimdi kuyuya düşüp başımı vurduğumu ve tüm bunları da uydurduğumu düşünüyorsunuzdur.Ama uyandığımda yumurtalar çoktan gitmişti bile.Ve Mai masallarımın hepsini okuyabilmiş miydi bilmiyorum bile, çünkü uyandığımda hepsini unutmuştum
Bazen Mai'yle birlikte onun çok sevdiği Sisopo Balığını gezdirmeye gidiyoruz. İlk defasında Sisopo Balığına alerjim varsa diye çok korkmuştu, ama yokmuş. Neyse işte ben pek sevmiyorum hayvanları, ama dedim ya Mai'yle bazen hiç benzemeyebiliyoruz. Mai Sisopo Balığını gezdirmek için o kadar güzel bir kova yaptı ki, bazen düşününce çok kıskanıyorum. Mai Sisopo'yu o kadar çok gezdiriyor ki.Ama ben onla sadece haftanın 17. günü geliyorum, dedim ya o gün tatil diye.Bir keresinde Sisopo'yla sinemaya bile gitmiştik.Ama filmdeki adamın balık restoranı vardı ve Suşi ustası bir adama aşık oluyordu filan böyle tuhaf bir filmdi şimdi pek anımsamıyorum.Neyse işte Sisopo Balığı bu filme o kadar çok kızmıştı ki, sanırım Mai'yi bir süre affetmedi.Bahsettiğim, bazen düşününce beni kıskanç birisi yapan o güzel kovayı da Mai Sisopo onu affetsin diye yaptı.Ben olsam onla evlenirdim bile.O kadar güzel bir kova ki.

Mai çizgi filmleri çok seviyor.Bazen beni şaşırtıyor, geçen yaz birlikte bir nektarcıya yardım etmeye gitmiştik çünkü kocası hastaydı ve meyvelerini bir an önce toplaması gerekiyordu.Neyse işte sanırım onüç saat çalışmıştık ve kaç tane meyve topladığımızı saymam imkansız.Nektarcı olan teyze de bize çok teşekkür etti ve dünyada yapmayı sadece onun bildiği o kadar güzel bir kokteyl hazırladı ki bize.Keşke siz de içebilseydiniz.Neyse işte, Mai çok yorgundu ve yerdeki meyvelere ve bardaktaki kokteyllere bakıyordu ve konuşmuyordu hiç.Ne düşündüğünü sorduğumda ne dedi biliyor musunuz; meyveler ve kokteyllerin aslında ne kadar da çok "transformer"lara benzediğini düşünüyormuş.Daha önce hiç bu kadar saçma bir şey duymamıştım.Hep bir çizgi film yapmak istediğini söylüyordu.Ve ben de ona şimdi ne için kızdığımı anımsamıyorum ama, o bir çizgi film yapsa bile kimsenin oturup onu izlemeyeceğini söyledim.O bana böle bir şey deseydi ben sanırsam küsebilirdim ona.Ama o bana hiçbir şey söylemedi.Mai beni bazen bisikletinin arkasında gezdirir.Bir defasında benden bisikletin arkasına yan oturmamı istedi.Eğer Mai sizden bir şey isterse, ona neden diye sormanızdan hoşlanmayacaktır.Neyse işte ben de bisikletin arkasına söylediği gibi yan oturdum, bacaklarımı daha rahatça sallayabiliyorum böyle oturunca, o kadar şımarık ve güzel ki. Mai'nin benden bunu neden istediğini tahmin bile edemezsiniz. Sahil yolundaki duvarların bir ucundan diğer ucuna kadar çizgi film kareleri yapmış! Mai'nin ilk çizgi filmini izleyen ben olmuştum.

Bazen yemek yapmayı çok seviyorum. Önceden söylemiş miydim anımsamıyorum ama ben çoğu şeyi bazen severim.Neyse işte, Mai'yle birlikte alışveriş yapıyoruz .Ben fileleri olan teyzeleri çok seviyorum.Böylece ne aldıklarını görebiliyorum, ve Mai'yle onlar için hayal kuruyoruz.Bazen yaşlı bir teyzenin aşık olduğu genç birisi için enginarlı kırmızı et yaptığını ama ne olursa olsun genç adamın onunla öpüşmek istemeyeceğini çünkü teyzenin takma dişlerini sirkeli suda beklettiğini ve adamın da küçükken yanında çalıştığı bir sirkecinin ona tokat atıp işten kovduğunu , ve sirkeden nefret ettiğini filan konuşuyoruz.Biliyorum çok aptalca.Ama bazen ayıp bir şeylerden konuşurken çok eğleniyorum.Hatta bazen keşke dürbünüyle mahalleyi gözetleyen birisini tanısaydım bile diyorum.Bazen ama.Neyse işte Mai'yle birlikte alışverişe gitmeyi ve değişik sebzeler almayı ve önceden yapmadığım yemekler yapmayı çok seviyorum. Önceden yapmadığım bir şey yapmak çok heyecanlı olabiliyor çünkü. Mai'ye nardan cevizden ve çiçekten olan salatayı yapmak istiyorum bir de, bunu annemden öğrenmiştim.

Uf asıl ne anlatıyordum. Hmm, Mai'nin saçına yucs suyu sürecektim ya ve o da en son kuyuya fostakileri beslemeye gitmişti.Ben o tüm bunları yaparken gizli karışımı - aslında çok basit- hazırladım.Bunu kahvaltıdan önce yapsak iyi olacaktı işte, çünkü bir süre saçlarında kalması gerek.Neyse ben karışımı hazırladım ve onu çağırmak için arka bahçedeki kuyuya gittim.Ama onu göremedim ki.Belki biraz daha fazla moni sütü bulmaya gitmiştir dedim, ama halen bir şişe duruyordu kuyunun yanında.Aslına bakarsanız ben kuyulardan biraz korkuyorum.Hayvanlardan da korkuyorum, ama böceklerden pek değil.Neyse işte fostakilere bakmak istedim, renkleri mavi olmaya başlamışlar bile yavaş yavaş.Ne kadar da güzel sesleri.Ihm bu sırada yanlışlıkla şöyle bir şey yaptım ki, sanırım tüm yanlışlıklar başıma bir kuyu ya da deliğin başında geliyor ; elimdeki yucs karışımını kuyuya döktüm.Aslında sakar bir kimse değilim, ama belli etmemeye de çalışsam böyle kuyunun yanına geldiğimde birden beni heyecan basıyor.Neyse işte yucs karışımı kuyuya döküldü.Ben de nasısa daha yucs suyu var, Mai gelene kadar yenisini yapabilirim diye içeri gittim.Sonrasında olanları tahmin edemezsiniz.Mutfağın penceresini açmıştım, çünkü kızarttığım ekmekler yanmıştı bu sırada.Ve pencereden içeriye küçüklü büyüklü baloncukların içerisinde uçuşan fostakilerden girdi üç dört tane.Hayatımda daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim! Nasıl olabilir yani, baloncukların içerisinde uçuşan fostakiler? Koşarak kuyuya gittim, Mai ordaydı ve sanırım dilini yutmuş olsa gerek. Ya da donmuş işte kuyunun yanında, binlerce morlu ve mavili fostaki o mükemmel sesleriyle baloncukların içerisinde gökyüzüne uçuyor. Biliyorum, Mai bu olanlar için çok üzgün. Yeniden fostakileri olabilmesi için çokça zaman geçmesi gerek. Belki bir gün geri dönerler.



speşıl tenks tu esrabilik


okuduğum en güzel masalı siz de okuyun istedim.

24 Temmuz 2008 Perşembe

it doesn't get much better than this 'cos this is how we live our glory days.

Sergileri gezdik, filmlere gittik, istanbulun çeşitli noktalarında bolca alkol aldık, çok çok az uyuduk, sahafları gezdik, turşulara, balıklara, sokaklara baktık, içtik,içtik, sokak kahvelerinde oturup çay içtik, sürekli konuştuk, daha çok içtik, daha da az uyuduk, güzel yemekler yedik, aynı şeyi düşünüp birbirimize bakıp güldük, bi kısa filmde kızılırmak sinemasının merdivenlerini gördük, günlerce bi türlü eve gidemedik, uçan evde uyuya kaldık, garip garip bi sürü şey oldu, biz de daha çok konuşup, daha çok içtik, sonuçta gene eve dönemedik, karaköye inerken ‘ istemek ve başarmak, ne garip kelimeler’ yazıyordu sokakta, ‘aa 6.45’ dedim, kapandı onlar dediler, üzüldüm, ada’nın gönderdiği cdyi dinledim, ee sonra daha da çok içtik, iyice az uyuduk, sokak kedilerini sevdik, hiç susmadan konuştuk, çok yorulduk, o kadar ki sonunda eve gelip uyumaya çalıştığımızda uyuyamayıp tekrar dışarı çıktık, gözlerim kıpkırmızı oldu, sesim kısıldı, başımız ve boğazımız ağrıdı ve bunlara ilaç olarak gene içmeye karar verdik (sekiz birayla kişisel rekorumu kırdım sanırsam bu noktada) ve tekrar bi türlü eve dönemedik. Böylece günler geçti. Şimdi nohut pişirip, film falan izliyoruz sakin sakin iki gündür.

Söylemek istediğim, bir, her türlü eğlenebiliyoruz. Turşulara ve balıklara bakarken de eğlenebildiğim insanlar için kaldırıyorum kadehimi, geri kalanlar gerçekten önemli değil. İki, pulp’tan geliyor:

come & play the tunes of glory - raise your voice in celebration
of the days that we have wasted in the cafe in the station.
learn the meaning of existence in fortnightly instalments.
come share this golden age with me in my single room apartment
if it all amounts to nothing - it doesn't matter, these are still our glory days.

.................

oh & i could be a genius ,if i just put my mind to it i,
i could do anything ,if only i could get 'round to it.
oh we were brought up on the space-race, now they expect you to clean toilets.
when you have seen how big the world is how can you make do with this?
if you want me i'll be sleeping in - sleeping in throughout these glory days.

these glory days can take their toll, so catch me now before i turn to gold.
yeah we'd love to hear your story
just as long as it tells us where we are - that where we are is where we're meant to be.
oh come on make it up yourself - you don't need anybody else.
i promise i won't sell these days to anybody else in the world but you. no-one but you


temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa
gel bağışlayalım birbirimizi

15 Temmuz 2008 Salı

Baba, Parası.. Ve hiç bi bok..

Babamın kalçasında bir türlü geçmeyen dolaşım bozukluğu vardı hepinizin bildiği üzre. Bilmem kaç küsür hocaya, tedaviye gittik ama hala geçmedi. En azından ilerlemedi, kalça kemiği çökmedi de şükürler olsun. Protez kesin bir çözüm olarak görülüyor ama kalça ameliyatı gibi zorlu bir ameliyatın masasından babamın kalkma ihtimali çok düşük. O yüzden yürüyemeyene kadar her türlü tedaviyi denemek istedi babam. Haklı da. Bir klimayla başlıyor hepsi de topu topu. Klima yüzünden astım. Astım yüzünden kullanılan bir ilaç. İlaç yüzünden dolaşım bozukluğu. Modern tıbbın mucizeleri işte (astımın hala geçmemiş olması da heralde tıbbın cilvesi oluyor bu durumda).

Bunun yanında perşembe günü biyopsi olucak prostatında aşırı bir büyümeye rastlanmış. Yüzde bilmem kaç kanser olma ihtimali var. Bakalım ne çıkacak sonucunda. Dua etmekten başka yapılcak bi' şe' yok sanırım. Haa bir de güçlü olmak lazım. Türk filmi repliği gibi.

Bütün bunlar için su gibi para gidiyor. Annem söylediğine göre bu biyopsi için 200 lira malzeme parası, 1000 lira da ameliyat parası ödemiş. Bir hocaya tek bir muayene olmak 150 liradan başlıyor. Ve her ay alınan yüzlerce liralık ilaçlar. İnsanlık için üzülüyorum. Biz bulmuşuz bu parayı ama ya başkaları?

Ve ben bütün bunların arasında hayaller kurmaya kalkıyorum. İnterrail'e gitmek istiyorum. Babamla belki de geçireceğim son vakitler yerine kimbilir nerede olmak istiyorum. Annemin tek başına didinip çalışarak kazandığı paraları yemek istiyorum. Hayırlı evlat işte. Karşı çıkacaklarını bildikleri halde dövme yaptırmak istiyorum (parası da onlardan çıkacak tabi). Off off.

Kısacası hayat bok gibi..

alpr

3 Temmuz 2008 Perşembe

Büyücülük yaz okulu açıldı!

"Mantık insana ihtiyacı olanı verir, büyü ise insana istediğini" sloganıyla hem de. Erken kayıt yaptıranlara uçan süpürge (plaka, taşıt vergisi vs. size aittir) ve kursumuzun amblemini taşıyan cadı şapkası hediye.

Hayatın bu blogu okumasını istiyorum. Dursun biraz mola versin, hele bir soluklansın. Hep üstüme üstüme geliyor. Ayıptır.

İnsanın hafızası ne kadar zayıf olabilir acaba? Her şeyi unutup baştan başlamak bu kadar zor olmasa gerek. Denemek istiyorum. Denemek isteyen birine ihtiyacım var. Denemek istemeye meyilli birisi var. Denemek isteyip istemediğini hala söylemedi.

İnterrail vakti gelsin artık. Çok sıkıldım buralardan...

18 Haziran 2008 Çarşamba

peril sensitive sunglasses

"kitaba bakmaya devam et!" diye tısladı aceleyle.
"ne?"
"Paniğe Kapılma."
"paniğe kapılmıyorum!"
"evet, kapılıyorsun."
"pekala, tamam, paniğe kapılıyorum, ama yapacak başka ne var ki?"
"sadece benimle gel ve iyi vakit geçir. galaksi eğlenceli bir yerdir...."


bütün gün duyduğum en mantıklı şeydi galiba. ısrarla, otostopçunun galaksi rehberini okumadıysanız okuyunuz, okuduysanız, arada bir dönüp tekrar göz atmayı unutmayınız. çünkü kapağında dostane ve kocaman harflerle "paniğe kapılmayın" yazar. çünkü uzaya, zamana, maddeye ve varlığın doğasına ilişkin tüm sorular yanıtlandığında geriye tek bir soru kalacaktır: akşam yemeğini nerde yiyeceğiz?" paniğe kapılmazsanız cevabı evrenin sonundaki restoran olabilir.

Edebiyatın fotoşopçusu..

Fotograf

"Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel"

Cemal Süreya'ya ait bu dizeler. Bilmiyorum onun kadar güzel oynayabilen var mı kelimelerle.

15 Haziran 2008 Pazar

hipertermi

bebeklerde hipotermiyle kalp ameliyatı yapmadan önce kalbi durana kadar buzda beklettiklerinde bebek ne hissediodur die düşündüğüm günden bi önceki gece benim vücut sıcaklıgım muhtemelen 38-39 civarındaydı.ateş yükselmesi beyinde kocaman kapıları açıyor sanki..içine koydugunuz tozlu eşyalar çok fazla oldugu için kapıları zorla itekleyerek kapatmışsınız. 'geniş kanatları boşlukta simsiyah uzanan büyük kapıları' açıyor..

görmek istemediğim içn oraya koymuştum diyorsunuz eski bi hikaye o diyosunuz, niye hala gülümsüyorsun die dış ses cevap veriyor...'kaçak oyun' tarzımdır diosunuz.g.t oluo dış ses.içiniz ise dopdolu.lisede olsak hala 'herşey üst üste gelioaa' deyip kısaca anlatılabilirdik belki.aslında içimi boşaltmışlar gibi hissediyorum.sanki bi büyücü lanetlemiş; her yiyeceği yeiyebilsin ama zevk almasın.açlıktan ölmüorum ama hiç tatları yok meyvelerin.balık gözleriyle baksın bundan böyle. gelecege bakamayınca, meyve salatası yapamayınca neye yarar di mi? ondan kelli ateş yükselmesi büyük kapılar açtı.ama geleceğe değil..

bakın bu ikide birde bozulan güneş

'sallandığıma bakılırsa bir gemi olmalı hayat
amaan şimdi bayram seyran, sonrası faşizm
dedim bana müsaade en iyisi mi ben ineyim.'


Ben şimdiden istediğim şeylerin bi listesini yapıyorum, yılbaşında noel baba, shishi gami, küçük şeylerin tanrısı, başka boyutların tanrısı veya karşının taksisi artık kim getiriosa hediyeleri, dikkate alsın:

peanuts’ın tüm bölümleri, darkwing duck’ın tüm bölümleri, road runner’ın tüm bölümleri, esasen bulabildiği tüm çizgi filmleri getirsin, susam sokağının tüm bölümlerini getirirse inanılmaz şahane olur, bilgisayarımda yer olmadığı için bi sürü harici hard disk, bi tane mp3 player (ses kaydı yaparsa çok güzel olur), bi tane su yatağı, bi tane lilac wine getirsin nasıl bişimiş görelim merak ediyoruz, sonra alpr’e biraz shroom, house ve himym’ın bi daha tatile girmemesi için anayasaya bi madde eklesin, çikolatalı sütle kısa camel, sophie marceau’nun fanfan’daki saçları gibi saçlar, teras için limon ağacı ve fesleğen (hamağı ben alırım hadi), çeşmeden bi gün su bi gün şeftalili ice tea aksın, kışın arada bir kara büyü de akabilir, fahir öğünç yirmi dört saat radyo odtüde konuşsun, bi kereliğine olsa kendimizi dışardan görebilsek güzel olurdu kanımca, sigara öldürmesin, morrissey ölmesin, çalışmadan yaşamak mümkün olsun, strummer dirilsin ankarda konser versin, dostun önünde buluşup gidelim, hare’nin tüyleri dökülmesin, musluktan arada high hopes da aksın, kulaklıklar hiç bozulmasın, dünyadaki tüm kahve çeşitlerinden bi paket getirsin, ankara-istanbul orası on beş dakika sürsün, o da üstü açık otobüsle olsun sigara içmek de serbest olsun, şemsiye denen şey tedavülden kalksın, ada bana menemen yapsın, bütün fizikçiler david faraday, bütün doktorlar house veya mümkünse robert chase gibi olsun, zeplinimiz olsun onla gezelim, bi de biri her gece üstümü örtsün.
Amin.

14 Haziran 2008 Cumartesi

ada tatilde

günaydın güneş.

cumartesi sabahı ve artık tatildeyim.
gözlerim ve ellerimle ilgili bir sorunum var gibi hissediyorum. sanki gözlerim açılmıyor desem doğru bir ifade olacak gibi ya da bilmiyorum onun gibi bir şey. ama somut biçimde ifade edebileceğim bir durum da yok sanki. o yüzden şuram bozuk, buram hasta diyemiyorum ama yorgunluktan kaynaklı gibi duran bir hastalığım olabilir. ya da lupus oldum.

dün amerikaya gidip tıp okumaya karar verdim. ciddi bir karar değil tabi ki ama değerlendirmeye alınası bir yerde. yüksek lisans yapacağıma gider ameraikaya tıp okurum. doktor olurum yılların hayali gerçek olur. ya da belki psikolog ve psikiyatr olurum. ikisi bir arada jacobs kahve gibi. ne güzel.

sevilmek çok acayip bir şey. sanki ben yıllarca hep çok sevmişim de hiç sevilmemişim gibi geliyor.

buradan kesmeşeker'e selam gönderip soruyorum:
bu nasıl gitar solo?
bu nasıl ilişki?

anlamakta zorlandığım şeyler var tabi ki. ama fena şeyler değil sadece anlamak zor. böyle karışık gibi. türlü gibi. humm yanına da bir güzel pilav olsa.

sabah trt'de çok acayip bir film vardı. bildiğimiz dağlar kızı heidi büyümüş liseye gidiyor. o sersefil peter de büyümüş serpilmiş asker olmuş yakışıklı, uzun. inanamadım. eheh nerde o kafasını kaşıyan, burnunu karıştıran peter, nerde bu sülün gibi delikanlı. anladım ki zaman çok hızlı akıyor.

ama asıl sorun herkes için aynı hızda akmaması.
herkeste aynı etkiyi yapmaması. yani düşünsenize bizim belli dönemlerimize etki eden şarkılar, kitaplar, laflar var. ama başkası, hem de çok sevdiğin bir başkası, bu şarkının adını bile duymamış olabilir. yani ne bileyim benim her türlü şeyi büyütmeye meyilli bir bünyem var sanırım. bitiriyorum.

bir yer var biliyorum
evet seni seviyorum.

8 Haziran 2008 Pazar

Alice in Jefferson Airplane

Acaba Alice tavana poster yapıştırmanın insanda magic mushroom yeme isteği doğurduğunu biliyor muydu?

Jefferson Airplane dinlemek ve shroom etkisi. Posterin içinin ne kadar derin olduğunu göstersin bakalım..

7 Haziran 2008 Cumartesi

stop chasing shadows, just enjoy the ride

7 Haziran – Kar yağışından günler sonra kar topu oynama çabası

Aman o ne yağmurdu öyle. Eski uçan evden yeni uçan eve gitmek için fırat nehrini geçmek gerekiyordu. Esasen ben hava ne güzel diyip açık ayakkabılar giymiştim. O yüzden rahat rahat geçtim. Orçun dedi ki yavaş yürüyelim yahu kaçmayalım, örnek olalım insanlara. Ben de dedim ki bir mayısta koşmayın kaçmayın diyenlere benziyosun. Ondan sonra marmara büfenin tentesinden öyle bi su boşaldı ki biber gazı bombası düşmüş etkisi yaptı ortamda.

Küçük beyoğlu tek kelimeyle şahane olmuş. Emek sinemasının arkasındaki sokağı almışlar. Sadece yolun kenarlarında değil sokağın her yerinde masalar var. Müzik kusursuz. High hopes diye bi içkileri var ki muazzam. Gerçi mavi rengi versin diye diş macunu kattıklarını iddaa edenler var ama. Ayrıca bizce bunun mavi değil turuncu olması lazımdı diye itiraz ettik. (biri klibe turuncu renk hakimdi diye ısrar ediyor, biri de bence büyük beklentilerin rengi turuncudur arkadaşım diyor, bilmiyorum. Benim bi sorunum yok, mavi de güzel bence) Sonra şahin k geldi. Şahin k’nın küçük beyoğlunda ne işi var bilmiyorum. Neyse sürekli çerööezz, biraöö, hay hops diyip durduk şirin garsonumuza, bi sürü şey içtik. High hopes’un formülünü çaldım, denicem evde. Yeni bir sangria vakası olmamasını umut ediyorum. Alpr’in gelmesini bekliyorum ama tabi denemek için : )

Sonra sabah, ıslak giysilerle uyumuş olduğum için bok gibi uyanınca elime bi fincan türk kahvesi ve roll’un nisan sayısını tutuşturup bunla oyalan sen dediler. Türk kahvesi pek güzeldi tabi ki ama roll’da inanılmaz güzel bir yazı var, nasıl yaparsınız bilmiyorum ama nisan sayısını edinebilen mutlaka okusun. Olaylar ve insanlar, filmler ve şarkılarla 68. Yazının adı “bitmeyen şarkı” sanırım. Azıcık şuraya yazsam intihal yaptım diye tutuklanmam heralde diye umuyor ve de çalıp çırpıyorum:

“………………….. 1968’in –ister yıl diyelim, ister ruh- ekseninin adını, o yılın ilk günlerinde yayınlanan albümüyle Jimi Hendrix koymuştu: “Eksen: Aşk Kadar Cesur” (Axis: Bold As Love). 1968’in son günlerinde gösterime giren “Eğer”’in afişi ise ebedi bir soru soruyordu: “Kimin yanında olacaksınız?” Konumuz nostalji değil, güncel tarih. The Economist bile, özel sayısında …………………. Şöyle diyor : “1968, kırkıncı yıldönümünde, modern tarih duygusu olan herkese tesir etmeyi sürdürüyor.”

Evet bitmeyen, sürüp giden bir şarkıdan bahsediyoruz. Jean-Luc Godard da “Bir Artı Bir”de öyle yapıyor. Onun seçtiği simge Stones’un “Sympathy For The Devil”ı; bizimkisi, sözlerini 1 mayıs pankartımıza yazdığımız “If Six Was Nine”. Hendrix’in şarkısı “Easy Rider”ın köprü sahnesine şu dizeleriyle eşlik ediyor: “Altı dokuz olsa / vazgeçmem / bütün hippiler saçlarını kazıtsa / dert etmem / beyaz yakalı muhafazakar çıkıp karşıma / plastic parmağını sallasa da / vazgeçmem…”

………………………………1960’ların ortalarından itibaren İngiliz rock grupları dünyanın çehresini değiştirmiş, gençliğin kulak kesildiği sözcüler olmuşlardı. 1968’e gelindiğinde siyaset dışında kalmaları mümkün değildi. Mick Jagger, “Street Fighting Man”in sözlerini el yazısıyla radikal sol dergi Black Dwarf’a göndermiş, onlar da tıpkı basım yaparak tam sayfa yayınlamışlardı.

1967’nin ikinci yarısından beri mistizimle iştigal eden Beatles’ın nasıl bir tavır alacağı merakla bekleniyordu.

Muhteşem dörtlü “Revolution”la çıkageldi. “devrim istediğini söylüyorsun / biliyorsun, hepimiz değiştirmek istiyoruz dünyayı.” Devamı “ama”yla geliyordu: “başkan mao’nun resimleriyle yürüyeceksen varacağın bir yer yok asla.” Bu dize, Maoistler bir yana, Marx, Engels ve Lenin’le birlikte Mao’nun resmini de pankart yapan dünya solunun hatırı sayılır bi kısmını gücendirecekti.

…………………..Lennon ’68 ekiminde üzerinde keyif verici madde bulundurmaktan tutuklanınca, Tarık Ali’nin yayın yönetmenliğini yaptığı Black Dwarf bir açık mektup yayınladı. “şimdi gördün mü ‘revolution’daki yanlışını?” diye başlıyordu John Hoyland imzalı yazı. “kibar devrim diye bir şey yoktur. Bu, şiddetin her zaman doğru olduğu anlamına gelmez. Hatta bir sonraki eyleme gelmen de şart değil. (sisteme meydan okumanın başka yolları da var) adaletsiz ve çürümüş bir toplumda tutuklanmak onursuzluk değildir. Soldan hiç kimse senin başına kötü bir şey gelmesini istemez. Fakat, bu olaydan ders çıkar John. İçinde yaşadığımız topluma bir bak ve kendine sor: Niçin? Ve sonra da gel bize katıl.”

……………………..1968 bir folk şarkısı gibi başlamıştı, ritmi giderek hareketleniyordu…………..Söz konusu şarkı “Sympathy For The Devil”dı ve bir şarkı olmanın ötesinde Godard’ın “bir artı bir”inin başrol oyuncusuydu. Godard Stones’la beraber stüdyoya girmiş ve “Sympathy For The Devil”ın kayıt sürecini baştan sona çekmişti. Bu görüntüleri “bir artı bir” in merkezine oturtmuş, ancak şarkının tamamlanmış haline yer vermemişti. Yapımcıların ticari kaygılarla filmin adını değiştirip “Sympathy For The Devil” koymaları, ayrıca şarkının tamamlanmış halini de eklemeleri, üstelik bunları izin almadan yapmaları Godard’ın tepesini attıracak, yapımcılardan birine kroşeyi çakacaktı. Haksız sayılmazdı, filmini müdafaa ediyordu – bir nefsi müdafaa. Ayrıca tutarsızlıkla da suçlanamazdı. Şiddet hakkındaki görüşünü şöyle formüle etmişti: “hücum barışçıl olmalı, müdafaa ise şiddetli”

…………………………..”bir artı bir”in finalinde iki bayrak dalgalanıyor, biri kızıl, diğeri siyah. Eleştirmen Martha merril’e gore “bir artı bir” komünizm artı anarşizmdi: “devrim komünizmi yaratacaktı, ama komünizme, o toplumu sürekli eleştiriye tabi tutma imkanı eklenmeliydi. Godard’ın ‘bir artı bir’i bu”. Tevekkeli değil, filmin adına dair sorulara, godard hep aynı karşılığı veriyor: “bir artı bir iki etmez, bir eder.”

…………………………………….kırmızı ve siyah demişken, Leo Ferré’yi de selamlamayı unutmayalım, bir Leo Ferré şarkısıyla: bize bu iki rengi verdiğin için tenk yu şeytan.

Öyle işte bulursanız okursunuz. Yücel Göktürk beni affetsin artık yazısını parçalayıp yazdığım için buralara.

Günün dinlemeyeni dövdükleri şarkısı: ezginin günlüğü – çocuğun kurguları

6 Haziran 2008 Cuma

Ama mutsuzluğa da var mısın?

4 haziran’ın ikinci yarısı – The cure for boredom is curiosity.
Öncelikle allah aşkına bi gün de bişi yazma diyenler için konuşuyorum; ya biz blogu niye antoloji gibi kullanıyoruz ki arkadaşım, blog dediğinin tam da böyle olması lazımdı bence. Neyse bundan sonra benim tarafımdan böyle kullanılacak. Alpr de bayılıp giderse blogu sahiplenirim hatta benim olur niehea.

bugün bi ara felaket bi can sıkıntısı uğradı bizim eve, o sırada aklıma şey geldi. Hani bloğumuzun tepesinde “sonraki blog” diye bi tuş var ya, kaç zamandır gözüme takılıyor ama hiç tıklamamıştım daha. Bugün bakalım neler gelecek diye tıkladım. Meğersem inanılmaz zevkli bişimiş, en azından canı sıkılan insana tvde zap yapmak gibi geliyor, faideli bişi. Çeşit çeşit bloglar gezdim, ninja kaplumbağalarla ilgili bi blog, new hempshire ile ilgili bi tane, içki şişelerinden kahvaltı masasında elinde kahveyle insanlara, tatil resimlerine, ordan cape town gezisine..çok garip bi şey sanki insanların aile albümlerine günlüklerine bakıyomuş gibi hissettim kendimi (ki öyle aslında?) çok güzel şeyler gördüm hatta duygulandım bile galiba niye bilmiyorum.

Aşağıda linkini göreceğiniz blogların hiçbirinde kayda değer bişi yok, fakat hiç tanımadığı insanların hayatlarından bi kesite bakmak isteyen başka manyaklar olursa diye 5 tane seçtim:

bu ada için : ) amsterdam in winter ve the beach diye iki post var ama ikisi de çok güzel.
http://inwordsandpics.blogspot.com/ (tam ben iki post var derken adam üçüncü postu attı töbe töbe. Neyse o da çok güzel. Amsterdamın yazını kışını baharını görelim, sahile kadar da inelim.)

bütün hoplayıp zpladığım bloglar içinde en çok bunu beğendim
http://furryfriends2008.blogspot.com/

chisasibi nere lan? http://joannaandalex.blogspot.com/

bi kelime bişi anlamadım ama bütün resimlerde herkes çok mutlu, kıskandım
http://nopo-tiina.blogspot.com/

güney çok egzotik bi yerdir, ağaçta biberli zeytinler yetişir
http://sweet-tea-and-me.blogspot.com/

ayrıca last fmde resul balayı “thor loves this music” diye taglemişler, sabahtan beri sırıtıyorum bu yüzden. Halbuki komik değil. Gene de thor’un oturup resul balay dinlediğini düşünür gibi oldum iki saniye, etkisi kalıcı oldu. Last fm her zaman için çok yararlı bi şey.

Ha bi de bunları ekşi sözlükte gördüm, lan çocuklar ne garip hatıra defteri tutmaya başlamış?? http://img404.imageshack.us/my.php?image=pc2600090lc.jpg
daha kapandı yazamıyor kızımız ama aşk üçgeni (hatta dörtgeni sanırsam) falan olmuş oralar. http://img513.imageshack.us/my.php?image=pc2600125ch.jpg
bunun hastası oldum ahahah “anne çok ters bi zamanda aradın” gibi, salıncaktan düşmek üzereyim bay diyor. Kemal atatürk diye imza atmış bi de.

Bazen çocukları izlerken (ki milyon yılda bi çocuk izlerim) ilerde hiçbi şeyden anlamayan yaşlılar olucaz diye çok korkuyorum. Gerçi tom robbins de 68 yaşına geldi, hala her bi şeyden anlıyor. Fakat ona benzemekten çok dedeme benzeme ihtimalim var heralde.

Bugün böyle internet dünyasından bildirdik.

Günün okunası ekşi sözlük başlığı: fırat yönetimindeki türk milli takımı

5 haziran - There is no cure for curiosity.

İtiraf etmek istiyorum, bütün kötü korku filmlerine bayılıyorum. Oturup bütün gün kötü korku filmleri izleyebilirim. Ama tek başına zevkli olmuyor. Salak saçma kadın programlarını izlemeyi de seviyorum kimi zaman, ama o da kesinlikle tek başına olmuyor. True cover diye fondoten benzeri bişeyin resmen bi saat süren reklamını izlerken en enfes komedi filmlerinde güldüğünden çok daha fazla gülebiliyor insan. Yeter ki birileri olsun. Esasen bütün kötü filmleri (ama gerçekten kötü olanları) seviyorum. Rezil rüsva eski türk filmlerini de, b film denen şeyleri de. Ama şimdi ben tek başıma ne kadar “yasak sokaklar” ya da “plan 9 from outer space”i izlesem olmaz yani. Bugün buna sıkıldı canım benim.

La Jolla’da t-shirt satarken bir akşam üstü sahildeki çimenlere kocaman masalar kurmuşlardı. Açık hava düğünüymüş. Hem de bildiğimiz açık hava düğünleri gibi belirli bi bahçede veya bi çitin öteki yanında değildi, bildiğimiz parktaydı. (meclis parkı okyanusun kıyısında olsaydı mesela böyle bi şey olabilirdi) Önce yemek yediklerini hatırlıyorum, o sırada başka insanlar çimlerde yayılmış yatıyorlardı, frizbi oynayanlar vardı (frizbi oynayan bi köpek de vardı) sonra aşağıya indiler. (okyanus merdivenlerin aşağısında çünkü) gelinin çıplak ayakla kumla okyanus arasında bi yerde durduğunu hatırlıyorum, babası bir konuşma yaptı, sonra şampanya patlattılar orda, dansettiler hep beraber. Kayalarda foklar falan yatıyordu.
iyi de ne anlatıyosun derseniz ne anlattığımı ben de bilmiyorum.

Görsel malzeme:




Günün inanılmaz anlamsız triviası: panapo’o hawai dilinde “unuttuğu bir şeyi hatırlamak amacıyla kafa kaşımak” demekmiş. Biliyor muydunuz diye bitirmem gerekirdi cümleyi ama üşendim.
Paypır, güneş sistemindeki adını roma veya yunan mitolojisinden almayan tek gezegenden bildirdi.

4 Haziran 2008 Çarşamba

SÜTÜ ISITMANA GEREK YOK!

2 haziran - I’m a road runner honey, beep beep.

Bugün size komutan uçan tekme’nin vecihi isimli şarkısını öneririm gençler, madem ki aramızda meraklıları var : ) (breaking ne la’ya da bittim ayrıca. Hoş çalışmalar)
komutanucantekme.com'dan edinip dinleyelim.

Ada’dan mı bana geçti benden mi ona, yoksa bir araya gelince böyle bir hastalığa mı kapıldık zamanında bilmiyorum ama bu çöp toplamacılık ne kötü bi uğraştır ya. Üstelik bazen arşivciliğe doğru kayıyor pis şey. Bazen kendimi keşke çok çok param olsa, mesela şöyle kocaman bir kütüphane yapsam, bi sürü bi sürü kitaplar alsam diye düşünürken buluyorum. O kadar kitabı nereye koyacaksın? Bi sürü odası olan bi ev de gerekir öyle olunca. O zaman virginia woolf’un “yüzlerce odaya sahip olmaktan daha bayağı bir ihtiras bulunamazdı.” dediğini hatırlıyorum orlando’da, utanıyorum. Ada bir zamanlar bana insanlar pikniğe giderken senin şehir değiştirirken yanında götürdüklerinden daha çok şey götürüyorlar gibisinden bişi demişti. (her şeyin orjinalini de hatırlarım ama bunu unuttum bak.) O zaman bu kadar eşya biriktirmek niye?

Günün albümü: pearl jam – ten

3 haziran – sevdiği şey: hayat, Londra, bu haziran dakikası

Her şey insanların kendini nasıl tanımladığıyla ilgili galiba.

ben bugün kendimi fırından yeni çıkmış ekmeğin üstüne ev salçası ve süzme yoğurt sürmüş, bir fincan kahveyle serin bir haziran akşamı terasta (balkonumuzun teras olduğu günlerden bugün. Çünkü Colin’in dediği gibi, insanlar değişmez, eşyalara değişir.) oturmuş candice hanımı dinleyen mutlu insan olarak tanımlıcam.

Bugün 3 haziran bir de tabi.terasa çınar dikilmez ama. Limon ağacı dikeriz biz de.

Günün metni: "eski zamanları hatırlayın. perilere layık büyük pasta'nın yapıldığı zamanları; sadece kuyruk ısırandan korkan ejderhalar, kötü krallar, topraklarınızda gezinen devler, azalmaya başlayan şövalyeler dönemini. ve siz elinizde eski ve üzerinde yazılar bulunan bir kılıçla ejderha avlamak zorunda kalırsınız; yaprakları ağaçtan daha iyi resmedilen türden bir ressamsınız, yağmurlu, rüzgarlı ve gün ışığının da çekip gittiği bir gece, odanızın içinde açan bir sarmaşık yaprağının sesini duyarsanız; elinizi beyaz kabuğuna dayadığınız ağaç, bir gün, ''uzaklara git. rüzgar senin peşinde. git ve asla dönme'' derse; üstünüzde koca bir yorgunluk ve yoksunluk duygusuyla kendinize gelircesine etrafa bakıp, ''niye yalnızız?'' diye sorarsınız; küçük bir çocuk elinizi sessizce tutup ''üzgünüm'' diyecektir. "

4 haziran’ın ilk yarısı – dinozor dalında güzel

Madem ki bugün alpr’in doğum günü, bu da bizim alpr’le “sadece şarkı isimleriyle konuşabilir miyiz acaba?” isimli denememiz. Barda tanışan iki insan olduğumuzu farzediniz:



Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
evanescence - hello
the doors - my eyes have seen you
zuhal olcay - canım seninle olmak istiyor
piper:
garbage - you look so fine
james - pleased to meet you

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
led zeppelin - thank you
jeff buckley - everybody here wants you
jimmy hendrx - foxy lady

piper:
beatles - i don't want to spoil the party
but (joker)
goo goo dolls - hate this place
so (joker )
robin sparkles - lets go to the mall (jdsalkejwkdlşkaslşkae)

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
(ahuahahuaha)
Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
then (jk)
ramones - hey ho, lets go
skid row - mexican girl
lynrd skynrd - what is your name?

piper:
the clash - what's my name?
david ford - i don't care what you call me
but (jk)
depeche mode - if you want
blondie - call me
suzanne vega - luka

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
anouk - girl
leon soundtrack - how do u know its love?

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
(biraz kolaya kaçtım evet )
piper:
(olm benim içimden a jedi shall not know anger nor hatred nor love demek geldi dkasjaklda dur biraz düşüneim şarkı bulayım madem)
Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
(ahuahaha söyle ama öyle şarkı bulabilirsen )
piper:
elvis costello - the name of this thing is not love
radiohead - just
u2- desire

piper:
(madem ki kolaya kaçıoruz, böl parçala yönet mihih)
pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
sugarland - baby girl
bon jovi - you give love a bad name (başka bir şey yazacaktım da dayanamadım )

zeki müren - sen aşk nedir bilmezsin
but (jkr)
scorpions - believe in love

piper:
(sugarland ne lan hayatımda duymadım)
Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
ne bileyim ya varmış
Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
(ayy pardon parantezli)
piper:
aşkın nur yengi - ay inanmıyorum
i want to know what love is (bu kimin bilmiyorum radyo odtüde aşk şarkıları özel çeyreğinde habire çalıp duruodu)
oasis - do you know what i mean? (oasisle aşkın nur yenigiyi aynı cümlede kullandıım için kendimden tiksindim bi müddet)

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
zeki müren - güle sor bülbüle sor (:D )
rosey - love
is a (jkr)
massive attack - new world
the cure - just like heaven

björk - all is full of love
beatles - michelle
is (jkr)
jeff buckley - dancing in the moonlight
blackmore's night - under a violet moon
or (jkr)
levent yüksel - tuana
is (jkr)
muddy waters - 40 days 40 nights
rainbow - stone cold

deep purple - love is all

piper:
The smiths - Never had no one ever
Def leppard - now
Stooges – i need somebody
Deep purple – i need love
Rolling stones - i want to be loved!
Erasure - Lay all your love on me
Audioslave- Show me how to live
Beatles - Don t let me down
U2 - Never let me go (öf bu ne enfes şarkıdır bi de)
(lan az önce bu aşk değil diodu şimdi ne diyo manyak galiba bu kadın =) )


devamı gelecek.

Günün ismi: fenchurch (dire straits dinleyen ve ayakları yere değmeyen –deyim değil, gerçekten ayakları yere değmeyen- bir kadına da başka isim yakışmazdı)

28 Mayıs 2008 Çarşamba

news flash: vacuum cleaner sucks up budgie

yeniden yapılandırma sürecenin içinden selam ederim sevgili arkadaşlar.

neşeli neşeli şeyler yazayım istedim size ama aklıma gelen her şey kopuk kopuk.

balkona resimler çiziyoruz. evde sürekli birileri var, evdeki farklı farklı birileri hep ya the smiths ya da morrissey söyleyerek dolanıyor odalarda. bugünün ev listesinin bir numarasında olan şarkısı sebebiyle herkes vay du yu telefon? vahahahahahay diyerek dolaşıyor. moz'un elinde küçük prens var yahu, iş mi şimdi bu? konuyla alakası yok ama moz çok da güzel "phone me" der.

üst kattaki amca balkondan sepetle erik,dut, hatta erik dalı uzatıyor bize. ben şimdilik anlatamıyorum evin durumunu size. güzel olan şeyler anlatmaya o kadar uygun olmuyor.
(-hayat böyle, dedi Chick -hayır, dedi Colin) zaten son zamanlarda ne anlatsam "hani filmlerde şöyle olur ya" "hani dizilerde böyle olur ya" diye başlıyor. gene öyle başlarım ben de. hani dizilerde kimin çıkıp kimin girdiği belli olmayan evler vardır ya. hani gelen insanlar misafir gibi değildir böyle, herkes kafasına göre takılır evin bir yerlerinde. neyse erikler çok mühim bak. . her sene mayıs ayından sonra erikle beraber konstrüksiyona giriyorum ben. çağdaş'ın erikli fotoğrafı var ya ne güzel bişidir o. bi de london calling'in kapağının gördüğüm en güzel albüm kapaklarından biri olduğunu belirtmek isterim madem ki görüntülerden bahsettik bi kere. ha peki adı en güzel olan albüm hangisidir derseniz orda bir duraklarım. çok var. wish mesela, hem dünyanın en güzel albümlerinden biri, hem de bir kelimelik müthiş bir adı var. all of the sudden i miss everyone diye bir albüm var toplasan dört beş kere dinlemişimdir ama böyle güzel isim konmaz ki albüme?

böyleyken böyle işte arkadaşlar. yeniden böyle olmak da çok güzel ama. yaşasın rekonstüksiyon.
(yaşasın fotokopi, yaşasın kaos. en kalabalık fakültenin fotokopicisinde söylenmiş gibi geliyor di mi?) 6.45'in notları hep çok güzeldi tabi. ama çevirileri berbattı. olur o kadar. (her 6.45 okuru bilir ki kızılkayalar'ın hamburgeri daha şahanedir.)

yani sonuç olarak vapurda sigara içmek yasaklandı. sevgin sabahın köründe muhabbet kuşu resmi yaptı. çiçekler soldu. hala fesleğen alamadık. kabuslar gördüm. ayağımı kestim. acının o olmadığını hatırladım. başımı yastıkta bi taraftan bi tarafa çevirecek cesaretim olduğu için sevindim. "bugün nasılsın" diyenlere "depeche mode on" dedim. adımla ilgili masallar anlatan bir mektup okudum. "koca babil bile gitti de fırat nehri var hala" yazıyordu biterken. biterken şiir okudum

kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok
altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek alıp eve götürüyoruz bunun bir delilik olduğunu bile bile

biterken moz şarkı söyledi gene,"ne güzel bir şarkıymış bu" dedim, "bir japon feneri kadar güzelmiş" (-sanatçının kedi adını taşıyan ilk albümünden.. -kedi mi, kendi mi? -kedi.) .
bir geceden indim, odaya girdim. hadi şimdi sen de in uykudan.

uyanınca gel bir tatile çıkalım, senin de hoşuna gidecek diyenler için geliyor ("her 6.45 okuyucusu bilir ki; bu dünya üzerinde başlanan yolculuklar, sadece başlangıç noktasına yaklaşmaya yarar")

let me put you on a ship
on a long, long trip
your lips close to my lips
all the islands in the ocean
all the heaven's in the motion
let me show you the world in my eyes

muhabbet kuşuna yazık oldu.


serbest çağrışım sevenler derneği adına, in the pipe five by five.

27 Mayıs 2008 Salı

Mavi Melekler

"Yoksun ya artık uyuyamıyorum. Kafamdaki şeytanlar mavi melekler hayal edip tatmin oluyorlar. Tanrıya dua ediyorum her gece aklımı korusun diye. Ne kadar sallar beni orası bilinmez tabi. Bir fare girmiş odalarıma tıkır tıkır kemiriyor benliğimi. Sığındığım büyük kalkanımın ardında sirenler yankılanıyor. Ateş misin sen erittin bütün kalkanlarımı? Ahlak dediğim kulelerimde ne varsa yakıp kül ettin. Yapmam dediğim ne varsa suratıma tükürdü teker teker. Ama artık ne yanacak bir şey kaldı, ne de bükülmedik bir tunç. Nasılsa benim günah dediklerimden her şeyi yaptım, yaptık. Benle birlikte tükendin sen de. Kendim yanıp kendim dirilirim ben kadim anka gibi. Ya sen ne yapacaksın erkeklerini yakıp tükettikten sonra sıra kendine geldiğinde? Rüzgarın fahişesi olmuş ateşinden koruyabilecek misin kendini? Beş paralık insanlarla paha biçilemez dünyalar yaratabilecek misin kendine kalanlarından?.."


Çok önceden yazmıştım bu yazıyı unutmuşum, geçenlerde dosyaları düzenlerken tekrar karşıma çıktı..

23 Nisan 2008 Çarşamba

wish

eski bir arkada$tir o giden. birdenbire duvarlar ustune devrilir kalanin.

"biliyorum bir$ey soylesem dinlemeyeceksin, biliyorum yolda kar$ila$sak gormezsin beni, yanimdan gecer gidersin. ne onemi var? asla donmeyeceksin biliyorum. biliyorum bir daha asla sevmeyeceksin. ne onemi var? ben rengarenk ve sicacik seviyorum seni. gulumseyerek, operek tözunu. sevgiler var yeniden, ba$kalarinin temiz ve masum sevgileri. guzel gunler gorecegiz, yagmur karanligi getirecek, yaz gelecek sonra ve yine ki$. sen burada olmayacaksin bir daha. bu sokaga ayaklarin degmeyecek. biliyorum, yeniden asla alev almayacak bu mucize. ne onemi var? ben seviyorum, hepsi bu i$te."

-----------------------------------------------------------------------------

*bana ait değil, ama yazan kişi (benim her sabah bindiğim üsküdar-beşiktaş motorlarından birinden kendini denize atmayı seçtiği için) artık bu dünyada değil ve başka hiçbir yerde de yok bu yazı. benden başka insanlar tarafından da okunmayı hak edecek kadar güzel bence. daha başka şeyler de demek isterdim ama diyemiyorum.

13 Nisan 2008 Pazar

ayşen gruda sendromu

Every Rose Has Its Thorn by Poison feysbukta 80ler şarkımı bulmak üzere test yaptım bu şarkı çıktı. ilginç.

ama asıl söylemek istediğim bugün şunu fark ettim ki hayatta bana düşen asla müjde ar olmak değil. hep ayşen gruda kalıyor bana. yani bunu fark etmek çok acı ama kabul edilebilir bir seviyeye kadar.

sonuçta ayşen gruda komik bir insan, neşeli, eli yüzü de eh düzgün sayılır.
ancak ve ancak sorun hep müjde ar olmayı istemiş ve hayal etmiş olmamdan kaynaklanıyor. acı acı anladım ki müjde ar değilim, olmadım, hiç olamayacağım.

sorun bununla kalsa gene iyiydi ve dediğim gibi kabul edilebilirdi. ve fakat müjde ar olamamanın getirisi bir ediz hun, bir kartal tibet, bir tarık akan'ın da asla olmayacak oluşu.

iyi hadi ayşen gruda oldun bari yanında bir 'vecihi' verselerdi. eğer bir vecihi'm olsaydı, ayşen gruda olmak sorun olmazdı. ayşen gruda'yı bırak adile naşit bile olurdum. ama zaten adile naşit ile yüzyıllarımız tutmuyor.

yıllar sonra zaten şener şen'in tarık akan'dan çok daha iyi bir oyuncu olduğunu gördük, takdir ettik. o sebepten vecihi, bir vecihi bana yeterdi. ayşen gruda olmaya razıydım. nane likörü içip sarhoş olmaya, saçlarımı iki yandan örmeye, evde kalmış kız kurusu olmaya.. tek bir vecihi yani.
çok mu zor? evin üstünde helikopterle dolanacak bir vecihi ile karşılaşmak çok mu zor?

benimki tam olarak bir ayşen gruda sendromu. ve işin kötüsü sigaranın bir psikololjik tedavi yöntemi olmadığını hala öğrenemedim.

iyi geceler sevgili dostlarım. mükemmel bir gündü. turgut uyar'ın dediği gibi:
'ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım'

ada

6 Mart 2008 Perşembe

Mış muş..

Geç dinlemeye başladığıma yanayım mı yoksa şarkıların güzelliğiyle mutlu mu olayım anlamadım ama anladım ki Janis Joplin 27'sinde ölenlerin en güzeliymiş..

Add-dropların son günü ortadan kaybolum yaptığım section değişikliğini onaylatamamama neden olan asistan beyinsizmiş..

O kadar eğlendim, güzel vakit geçirdim ki, aslında danstan kaçmamak gerekmiş..

Etraftaki kızlara bakmaktan o kadar rahatsız oldum ki artık anlatamam. Tek çaresi ise nasıl yapacağım bilmiyorum ama kafa dağıtmakmış..

Şekspir büyük adammış..

Cemal Süreya daha büyük adammış..

Havalar ısınıyor, artık rahat rahat tişörtlerimi giyebileceğim. Ama altına giyilmek üzere bir de kırmızı (siyah çizgili) converse lazımmış..

Woodstock '69'a gidip Grace Slick'i White Rabbit söylerken göremeyenler ne şanssızmış..

Kitap okumak pahalı bir zevkmiş..

Erken yatmak lazımmış..

Ve prenses kurbağayı öpmüş..

26 Şubat 2008 Salı

picıın hol prinsıbıl

Surlarla çevrili bir kentin harabeleri arasında

Yıkılan kuleler sarı ışığın aydınlattığı,

Ateşkes bayrakları yok, af dileyen gözyaşları yok.

Ağır toplar gece boyunca saldırdı

Bir gün aldı kenti inşa etmek

Akşamüstü caddelerinde yürüdük

Bildik topraklara geri dönünce

Bir zamanlar yaptığım duvarları farkettim

Kıpırdaman durmak zorunda kaldım öylece

Kendi döşediğim mayınlara basma korkusuyla.

Ve eğer kalbinin etrafında kurduysam bu kaleyi

Dikenli tellerle hendeklerle hapsettiysem seni

Bırak* da bir köprü kurayım

Çünkü boşluğu dolduramıyorum

Ve bırak ateşe vereyim kale burçlarını.

Böylece bir savaş başlattım

Kendi kafamda kurduğum

Uzakta kaldığım yıllar boyu

Öldüğümü sanmış hatta ummuş olmalısın.

Tüm orduların uyuduğu bir sırada

Paçavrası kalmış bayrağımızın altında

Kıpırdaman durmak zorunda kaldım öylece

Kendi döşediğim mayınlara basma korkusuyla

Bu zindan senin evin oldu şimdi

Boyun eğmiş olduğun bir hüküm gibi

Bir gün aldı kenti inşa etmek

Bildik topraklara geri dönünce

Her zamanki oyun alanımı farkettim

Kıpırdaman durmak zorunda kaldım öylece

Kendi döşediğim mayınlara basma korkusuyla


*bıraaaghhh da denebilirdi tabi. Uashdkasdkj sapıttım..

Bu da arif’e gitsin lan içimden geldi. Hatta mümkünse arif de istanbula gelsin. Türkiye çöl olmasın bi de..