1 Eylül 2009 Salı

Hırt...

Anasını satim hala bi oturmamışlık var gidiyo...

Bir ev bulma konusu bu kadar mı sıkıntı yaratır ya? Ulan resmen haftalardır uğraşıyom ama "Ev" 1, Orçun 0(sıfır) resmen ya..

Ne tırt bi adammışım, ya da eve çıkmak cici kutu gibi bi ev edinmek içine sinen, ne zormuş kuzum ya..!

Aslında insanla uğraşmak zor. Her zaman derim öğrenci adam, pis adam. Yavşaklar... :S

Neyse, bugün bütün gün Bayhaus, Ikea falan gezdik durduk bıyıklı Tarkan'la.. Mal yaaa.. :) Yarıldık gülmekten.. Muzur bi adam bu ya ama abim işte yapcak bişi yok..

Bi de mail aldım bugün. Flemenkçe'de "Behind the clouds, the sun is shining.." diye bi laf varmış... Heee öle öle.. Anam iyi bakalım bekliyoz. Zaten bende bi boşluk var onu dolduran biri çıkana kadar da beklicem heralde. Aramızdan bazıları da sorumluluklarını yerine getirmediği için öle gidiyo... Kendini bilir.

O diil boşluktan kendime ona buna sarıyorum mal mal.. Eski pis muhabbetler... Kendimle didişip duruyorum.

Hayatta,

1. Evsiz olmican.
2. Aşksız olmıcan.
3. Boş bi adam olmıcan..

Amaan gene sinir oldum kendime yanlız yanlız...

25 Temmuz 2009 Cumartesi

iç ticaret hadleri

dün gece saat 12-1 sularında gözümde güneş gözlüğü, evde 3-5-8 oynarken ve bi yandan kolumdaki inanılmaz çok sayıdaki yara bereyi inceleyip bir yandan da masadaki muabbete gülerken farkettim ki, az önce saydığım koşullar altındaki bi insanın ne olursa olsun o kadar çok gülmemesi lazım. gece yarısı güneş gözlüğüyle 3-5-8 oynamamın gerçekten mantıklı bir sebebi var, ama mesela bu yaraların berelerin hiç yok. bir kısmı geçen haftasonundan kalma ama geri kalanları iki gün önce yoktular ve nasıl oluştular hiçbi fikrim yok. hele sol kolumda bi tane morluk var patates büyüklüğünde ve rengarenk, onun olması için koluma bi yaban domuzu tos atmış olmalı. yani bilemiyorum işte, noluyor lan?

tam kola bağımlılığından kurtuluyorum, kürşat geliyor istanbula, gene güne öğlen kola ve sigarayla başlayıp yattığımız yerden mal mal muhabbetler ederken önce akşam sonra tekrar sabah olmasıyla döngüye giren, ancak kola veya sigara bittiğinde loophole bulabildiğimiz haftasonları geçiriyoruz. arada bir dışarı çık, içki iç, eve gel kağıt oyna, belki bi film izle, sonra gene yattığın yerden saçma salak muhabbetler, kola sigara, gene gün ağarsın, gene kalk kola sigara kahvaltısı.. şimdi kolamız bitti, onu bekliyorum.

bi de hayatımdaki her ayrıntı karman çorman şu anda. her ayrıntı ama. ve buna rağmen uzun zamandır ilk defa çok, çok huzurluyum. resmen gözlerim parlıyor. ama güneş gözlüğüyle dolaştığım için pek belli olmuyor tabi ajdksaj. ne mutlu iç ticaret hadleri sürekli cari açık verenlere!

öperim gözlerinizden.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Lily, Rosemary and the Jack of Hearts

Hikayesi olan şarkılar ne güzeldir. Bir müzikal gibi canlanır şarkı gözünüzde. Bu sıralar da böyle şarkılara sardım işte ben de. Eşlik ediyorum, hayal kuruyorum, kafamda canlandırıyorum. Burada şöyle bir sahne olsa, şuradan kız girse ve adam ateş etse falan diye yönetmenliğe soyunuyorum. Yeterli kudreti damarlarımdaki "too much caffeine"in içinden çekip çıkartabildiğim gün bir şeyler yazacağım bu şarkıların birine ve çekeceğim 3-4 dakikalık da olsa bir klip falan filan (Yoda gibi yazmışım bu ne lan?! "May the song be with you"). Eğer 2012'ye kadar çekmezsem Marduk çarpsın beni emi..


Temmuz ayını çok seviyorum. Yapmak istenilen her şey için biçilmiş kaftan. Ne ağustos gibi cayır cayır bir telaş taşıyor, ne de haziran gibi dört nala koşuyor. Temmuzu sevmeme rağmen bu temmuzum çok boş geçiyor nedendir anlayamadım. Ayın 6'sı olmuş ve ben yaptığım elle tutulur bir şeyi hatırlamıyorum bu 6 gün içinde. Umarım Temmuz Tanrısı bu yazdıklarımı okur da ayın kalan günlerinde bu söylediklerimi bir bir yedirir bana..


Temmuz dedik, Ada'ya da değinmezsek olmaz şimdi. Ada gelmiş, hoşgelmiş. Kendisini, son dizesini değiştireceğim bir Turgut Uyar şiiriyle karşılıyorum..

"Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni
Kim bilebilir ki kimi neyi eskittiğini
Ben ne kadar önemserdim kendimi hay allah
Sen ne kadar kumraldın aynalarda hay allah
Temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa
Gel kavuşalım birbirimize"


Bu arada Irmak doğum günümde bana attığın şiirin şu kısmı aklıma takılmıştı söylemesi buraya nasipmiş;

"ve ölürken usul usul ne tuhaf
aşık olur, kedi besler, isim verir eşyaya"

Ulan ölüyor muyum ben?! Neb'çim bir mesajdır bu, insana doğum gününde böyle mesaj çakılır mı? Bunun hesabını yemeklerinden alacağım kocaman ısırıklar olarak soracağım..


Pan

29 Haziran 2009 Pazartesi

“seni ilk haziranda görmüştüm
şapka giymemiştin çünkü yazdı
zaten hiç giymezdin belki de
kimin dünyayı görecek hali vardı oysa
sokaklar mavilik demetleri şunlar bunlar
şunlar bunlar diyorsam unutulmaz şeylerdi ha
örneğin çiçekti her şeyin ilk yarısı
ellerim ceplerime gitti durup dururken
yani herkesin aşk aşk dediği buysa”

17 Haziran 2009 Çarşamba

ŞİDDETLİ RÜZGARLAR esebilir

"sahrayıcedit" diye bir yer var. bana her seferinde bir rüzgar adı gibi geliyor bu. bi de sanki şahane hitap olurmuş gibi. böyle cedric chan'e "benim üzümlü kurabiyem, doğu incim"dedikten sonra "sahrayıcedit'im" de diyebilirmiş gibi sanki.

bir haziran klasiği olarak bilmediğim semtlerde akşamdan kalma olarak uyanıp zar zor eve dönmeler, yavru kediler tarafından çıldırtılmalar, sene boyunca iplenmeyen power balladların niyeyse hep bu zamanda sebepsiz mide kelebekleri yaratması, bunda kesinlikle fesleğen ve hanımeli kokusunun etkisi olması falan şaşırtıcı değil. tesadüflerse doğası gereği şaşırtıcıdır. ama tesadüfler de hakedilir, hikayelerin onları anlatabilecek kişilerin başından geçmesi gibi bir şey diyebiliriz.(bu arada tesadüf farsçada trafik kazası anlamında kullanılıyormuş, sık sık boş bir bilgi aktarmazsam rahat duramıyorum.) passiflora damlattığım sütlü kahvemi onlar için hikayeler ve tesadüfler biriktirdiğimiz insanlara kaldırırken şöyle diyesim var çok içten:

run to the bedroom, in the suitcase on the left, you'll find my favorite axe.

bugün de uyduruk yazımızın sonuna geldik. hepinize uyumak için trankilizana ihtiyaç duymadığınız geceler dilerim.

16 Haziran 2009 Salı

Birtakım duygular, bir tesadüf takımyıldızı ve bir takım elbise..

Son zamanlarda hayatımın en zevkli günlerini geçirdim. Mutluluk açısından değil ama yaptığım şeylerden aldığım haz açısından rekor üstüne rekor kırdım. O kadar basit şeylerden o kadar büyük hazlar aldım ki anlatamam size. Adeta haz sarhoşuydum a dostlar. "Bir türlü anlaşılamadı nedeni nasılı" demiş ya Kaptan, aynı geldiği gibi anlaşılmaz bir şekilde uçtu gitti bu baloncuklar da. Şimdi ise n'apsam n'etsem silsilesinde oturduğu yerden götünü kaldıramayan bir Pan kaldı. Pef..


Uzun zamandan sonra geçen gün Janis dinledim. Çok özlemişim. Blogumuzun girişindeki gitmek - kalmak üzerine olan sözler geldi aklıma özlemimden ötürü. Nereden estiyse ilk defa (blogumuz da nicedir açık) bu sözün kime ait olduğunu, nerede geçtiğini aramak geldi içimden. Arattım ve sadece tek bir sonuç çıktı Google'da. Penguen'e ait linke girdim ve yazıyı okumaya başladım. Yazının Janis hakkında olduğunu görünce şoke oldum. Tesadüflere inanır mısınız?..


Mezuniyet balosu yaklaşıyor ve ben de kendime bir takım alma ihtiyacı duydum. Interview'da güzel bir takım buldum ve aldım. Artık sürekli takım elbise giyesim geliyor. Büyüdüm mü ne? Ciddi olmak, ciddi işler yapmak geçiyor içimden. Bu sene çin takvimine göre ciddi işler senesi olacakmış benim için. Amen..


Bu sıralar kelime perisiyle aram iyi değil vasati sözcükler dökülüyor parmaklarımdan, hiç konuşmamak en güzeli böyle vakitlerde..


Pan

12 Haziran 2009 Cuma

.ey insanlar.

.insan ne ile yaşar?. bu soruyu bienalden çaldım. hadi bir düşünelim. müzik evet. sevgiden öte bir bağ(ım)lılık söz konusu müziğe karşı. sonrasını getirmek hep zor geliyor ama, peki ya başka ne ile yaşar insan? sanırım sevilmek de ister insan, ilgi görmek ama bunları kendimde çok da net bir biçimde göremedim. insan ne ile yaşar yahu biri cevap versin bana? ya da bienalin akıldışı ürünlerini bekleyelim eylüle dek.
not:hiç de üretici bir yazı olmadı, bu dönem yazmakla ilgili sorunlarım var.

3 Haziran 2009 Çarşamba

.sabahlar olurken, olmasın dedim.


.şimdi şimdi anlıyorum bazı şeyleri. mezuniyet filan,okul bitiyor,ki benim için 3 sene daha var. bitirmek zor be kardeşim. taşkışla'nın geceleri gündüzlerine karışır, gün doğar ve biz bir yudum kanyakla birbirimize sarılmış çatıda otururken zaman hızla akarmış meğer. ortabahçede sohbet ederken dostlarla, asistanlarla, yıllar, anılar geçermiş gözünden ve dilinden düşmezmiş hiç. kediler yaşlanır belki de ölürler, sen de gidersin o güzel binadan. dostluklar baki, ama yakınlarda rastlaşmak daha zor artık. bitecek, gideceksiniz, ben kalsam da, tek başıma oılacağım. 4 senenin her anı giderek ufalacak gözümüzde. sonra da unutacağız elbet. sadece bilgisayarın hafızasında yer kaplayan fotoğraflar olacak bir çoğu. sonra yeni hayatlar, arkadaşlar ve iş. ben hala öğrenciyim, hep taşkışlalıyım. koparana kadar beni sistem, oranın bir parçasıyım.
.gün doğdu çatısında taşkışlanın ,ortabahçesinde battı güneş. evim oldu, bahçem oldu, nefesim oldu, gözyaşım oldu, dostum oldu, sarıldığım oldu. şimdi biraz daha boş, biraz daha sessiz kalacak.

10 Mayıs 2009 Pazar

bir tek annem olsun bana bir şey olmaz

hayır vicdansızlık değil de nedir?

bazen oluyor ki insan annesini aynı evde çekemiyor. ama biliyorum ki annem beni böyle seviyor olmasaydı ben bu sizin tanıdığınız insan olmayacaktım.

anneme geçen aylarda çok kızdım. çok ama. muhtemelen o da bana çok kızdı. 3 hafta kadar konuşmadık hiç. hiç haber almadım. düşünürsek öldü mü kaldı mı onu bile bilmiyordum yani. ama konuşmadığımız haftalar boyunca kendimi o kadar evsiz barksız hissettim ki anlatamam. meğer dünyada köklerimin olması ona bağlıymış. hiç de tahmin edemediğim kadar değerliymiş. meğer ne kadar da anneme ihtiyacım varmış. o günden beri annemi kalbimin derininde o kadar özlüyorum ki, daha doğrusu ne kadar özlemiş olduğumu fark ediyorum. günlük hayatımı etkilemiyor uzaktan bakınca ama aslında onun bana yakıştırdığı şeyleri giymeye başladım, yemekleri onun da seveceği gibi yapıyorum, sanki burdaymış gibi davranmaya başladım. varlığını yanımda hissetmek beni kurtaran şey oldu.

şimdi bu aptal şey beni dün geceden beri duvardan duvara çarpıyor. duygu sömürüsünün para kazandıran hali reklam sektörü: 1 ada: 0. sertab ablamız evet güzel güzel söylemiş, ninni gibi geliyor kulağa ama altta yatan mesajı hiç mi düşünmemişler ya da düşünüp, anlayıp bundan iyi para kazanırızı nasıl diyebilmişler. bir tek annem olsun bana bir şey olmaz bunu ben de biliyorum, ama bunu bangır bangır televizyonda verdiğin zaman bu beni ağlatır ki.

bu şarkıların anneleri gerçekten göremeyecekleri kadar uzakta olan insanları, bilhassa çocukları nasıl etkileyeceğini tartışmayacağım çok duygusalım bir tek kendimi düşünüyorum şu dakikada.

bu arada benim bu yazıyı yazma sebebim anneler gününü kutlamak değil, bazı reklamcıların anneler gününü kutlamak kisvesi altına gizlenmiş anneler günü teröründen etkilenmiş, mağdur duruma düşmüş olmamdır. yoksa anneler günüyle hiç işim olmaz. annem eksik kalmasın diye arar kutlarım o kadar. kıskanmasın kadıncağız, yazık kıyamam.

öyle işte. anneler günümü kutlamak için ben de şimdi pikniğe gidiyorum orada bütün medya etkisinden uzakta ham and cheese yemeyi planlıyorum. sizi seviyorum.

1 Mayıs 2009 Cuma

1mayıs

bugün dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da bir 1mayıs.
ilginç.

burada da 1mayıs tatil ilan edilmiş. işçi günü olarak. ama sokaklar bomboş. türkiye'deki heyecan ve hezeyandan ve dahi amaçlardan eser yok. dün ise kraliçenin günüydü. queensday denilen naneyi bütün hollanda çarşamba gecesinden itibaren büyük bir coşkuyla kutladı. bu küçücük sanayi şehrimiz tilburgda bile koca koca sahneler kuruldu. organizasyonlar büyük paralar kazandı. içki tüketimi sayamadığım kadar çok katına çıktı.

bugün burada da 1mayıs. ama herkes akşamdan kalma. herkes evinde uyuyor şu dakika.

ada günseli ışık tilburg'dan bildirdi. söz sende istanbul.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Yaşam üzerine deneysel çalışmalar..

Üç vakte kadar "aşık olma ve kandaki piçlik oranı" tadında bir araştırmaya başlayacağım. Deney grubu olarak da kendimi seçtim. Kanımdaki piçlik oranını belirli seviyelerde arttırıp, aşık olma probabilitelerimi not alacağım çizgisiz defterime. Tabiki bu mühim deneyi gerçekleştirebilmem için hastanelerde daha az vakit geçirmem gerekmekte. Babamın apandisit ameliyatı, benim apandisitim, babamın göz ameliyatının ardından bugün de ablamın ayağı alçıya alında ve günün büyük bir kısmını hastanede geçirdim. Eğer yakınlarımdan birisinin daha başına böyle bir hastalık, kaza vesaire durumu gelirse tası tarağı bırakıp "nazarın, hastanelerin döner sermayelerine katkısı" adlı çokça sövüşken azca nesnel deneyime girişeceğim..

Neyse..

Bu paragraf-i bilgileri verdikten sonra hayatımda olup bitenleri bir solukta üfüreyim. Withdraw çekmek istemek ama 9 tane farklı hocadan hiçbirini bulamamak, uzunca bir süre iş aramak bulamamak ve şimdi bütün işlerin üstüste gelmesi, doping kontrolü için 10 erkeği işerken izlemek, arap yağı bol bulunca kıçına sürmek ve parayı nereye harcayacağını şaşırmak, şenliği ha geldi ha gelecek diye beklemek, flashmob düşünmek düşünmek düşünmek, ipod touch aramak ucuzundan, yaptıklarımla gurur duymam ama böbürlendiğimi düşünmemeleri için sevincimi insanlarla paylaşamamam, mor yüzüğün kaçma çabaları ve benim onu başka yüzükle basmam, eti cici bebenin dayanılmaz lezizliği, özgürlük günlerinde çekilen halaylar, eski şarkıları tekrardan loop'a almak, boş zamanlarımı boş boş oturarak geçirmem..

ps i love you..
(you derken hepinizi kastediyorum alınganlık yapmayın benim sevgim hepinize yeter)

22 Nisan 2009 Çarşamba

you must gather your party before venturing forth

hiçbir yerde sonsuza kadar kalmak zorunda değilsin.
bu aklının bi köşesinde dursun bence. hangi bilginin ne zaman gerekçeği belli olmuyor çünkü.

bi de arkadaşlar asıl şey dicektim ben, buraya bişiler yazdığınızda göndermeseniz de görülebiliyor haberiniz olsun adjskldja. kendi kendine kaydediyor çünkü manyak. herkes taslaklardan yazıp göndermediklerine bi göz atsın, silmek istedikleri varsa silsin derim ben. kendi yazdığım çok feci bişeyi keşfettim de o bakımdan :)

öperim seni. hepinizi öperim ülen!!

----------

did you notice the world
that we're living in?
did you notice? did you see?
something might happen to me..

21 Nisan 2009 Salı

.bozda kalanlar.

.bir yerlerde kalmıştır yine aklım, sebeb-i ziyaretimi mazur görün. gider gitmez, hatta yola düşünce bir "ohh" çekilir. içeri sızışlar vardır, rüzgar serttir. açıktı hava ben ayrılırken, bıraktıklarım yerindemidir hala diye merak ederim. dost sesi duyarım uzaktan, sonra nefis bir gülüş, sonrası sokaklarda kaybolmaca. şimdi gidip-gelmek vaktidir.
.elimi uzatsam tutar da koşar mıyız yeşilliklere, çimenlerde yuvarlanmaya gelsem sırf, güler miyiz gözyaşlarımız birbirine karışana kadar, saklansam başucundaki kitaba okur musun satırlarımı, kaçıp gitsem kızar mısın, gidemediğimde ve kalamadığımda susar mıyız gecenin içinde?

.soruları sorsam da aldırmayın bana, kime seslendiğimi ben de bilemedim. sadece yazayım istedim, bahar mahvetti beni,sevdim mahvolmayı.

18 Nisan 2009 Cumartesi

Achtung! Achtung!!

Jehan Barbur dinleyin sevgili bloggerlar ve kendini blogger hissedenler..

Kolay dinlenimli bir albümü var. Bütün şarkıları kendini beğendiren cinsten. Alın kitabınızı elinize oturun camın kenarına, basın play'e..

"toplanmamış bir oda,
 benle hayat,
 sen,
 yağmur sonrası..."

10 Nisan 2009 Cuma

bi a bout de souffle vardı noldu ona

“...yaşayan bir varlıkla özgürlüğü arasında duran somut ya da soyut herhangi bir engel, muhattabı olan herkesin akıl sağlığını tehdit eden bulaşıcı bir sapkınlıktır.”

- amanda ziller, dur bir mola ver



Çok garip haller içindeyim. Havanın arada bir “yarın Cumartesi mi ya?” diye sorarken mi artık bilmiyorum, takvime bakması ve baharda olduğumuzu hatırlayıvermesiyle ben de güzel şeyler hatırlıyorum. Güneşe sırtını vermiş, parkta oturup çok ciddi bir şekilde etrafını izleyen kedinin yanına oturup muhabbet ediyorum. (parkta banka oturmuş kediler bastet’in dünya üzerindeki avatarlarıdır ve Tasslehoff kadar olmasın ama tanrılarla aram iyidir). Kestanecilerin ortadan kaybolup mısırcıların ortaya çıkmasını dört gözle bekliyorum. Kahveden buzlu kahveye ve ice tea familyasına geçelim artık bir an önce diyorum.

Ama hava tutarsız, therefore ben her zamankinden daha tutarsızım. (koç burcuyum, ekşi sözlük yazarıyım, perdelerin durumundan bağımsız olarak kedi davranışları sergilediğim gözlemlenebilen bir doğa olayıdır.) evet paniğe kapılıyorum! Peril sensitive güneş gözlüklerimi geçen kış giydiğim montun cebinde unutuyorum kimi kimi. Oturup korkuyu bekliyorum. Arayıp balkon evin parçası sayılır mı diye soracak avukat arkadaşlarım dan olmadığından odama kapanasım geliyor. -Varolmadığımı söylemenin bezdirici bir yolu bu-

Hiçbir şeye hazır değilim, öyle sandım, yanlış duymuşum, şehirdeydim falan ama olmuyor. Böyle bir takım kaçışlar ve güvensizlikler içerisindeyim. Gene içerlerde kendi kendime kavga ediyorum. Bir taraf ama, ama diyip duruyor, bir taraf John Dorian mısın, Maria Puder misin diye sövüyor diğer tarafa. Alpr’e “tüp mü taşıdın da yoruldun”, Ada’ya “Alexander Jarden mıyız biz lan?” diyen ben yapıyorum bunu. (bir de Nilsu Baran vardı, ona da benzemiyor değilim. Nitekim bir susamuru resmi astım duvara fokurdak yaratılışımızı hatırlatsın diye ama hala panikteyim. Bu postla –bir yazıda en çok ‘birbiriyle alakasız kurgu kahramanı adı kullanma’ özel ödülü-nü almayı umuyorum bir yandan da evet). Yolda olmak istiyorum, evden ayrı olmaktan korkuyorum (yol filmi izleyelim diye sinemaya gidiyoruz, melodram çıkıyor), yayılalım çimlerde tamam ama fıskiyelerden korkuyorum, lunaparka gitsek kamikazeye bineceğimden şüphe eder oldum, oysa çok özlemiştim, üstelik erik de hala çıkmamış! “Anılara sonsuza kadar sadığımdır, insanlara asla öyle olmayacağım hahaha” diyip kedinin kuyruğuyla oynarken sözlerime son vereyim derim ben. Klişeler boşuna klişe olmuyor diyorduk: zamana ihtiyacım var, saatlerimizi ayarlayalım. To do list: bahar temizliği.

Dj, herkese benden bir ‘animal instinct’

27 Mart 2009 Cuma

balloon

6 Mart 2009 Cuma

GELİYORUM…

                GELİYORUM…

 

Galiba yetti,

Nedendir bilmem ama,

YETTİ…

Bazen “kafaları kırdık”, tek gecelik kararlarla,

Avrupa’yı gezdik.

Üniversite işgal ettik, polisten kaçtık.

Pizza için nefesimiz kesildi, Napoli dedik,

Arkasından

Sokakta gasp edildik.

Güzeldi, unutulmaz hiç…

Fakat,

Efes içmeyi özledim…

Sabaha kadar manasızca çay içerek kâğıt oynamayı,

En sonunda yine aynı iskenderi yemeyi

Ve bunu hayat tarzı haline getirmeyi, getirtmeyi özledim…

Ankara’yı özledim, arabamı özledim,

Ha İstanbul için ise ÖLÜYORUM…

Evimi özledim…

Hayallerimde artık çok daha yüksekten uçuyo şimdi

Pos bıyıklarıyla…

İçinde ailem, beni bekliyo,

Benim içim gidiyo…

ÖZLEDİM…

Meğer ne zormuş ait olmadığın yerde olmak,

Meğer…

Ne zormuş meğer,

Seni bekleyenlerin yanında olamamak

Tam da olman gereken anda…

FAKAT,

Yanındayken öpmeyi ihmal ettiğim Annem için geliyorum…

Babamla atlattıklarımızın arkasından,

Gülmeye geliyorum…

Belki kardeşime ilk defa abi olmak için,

Hayatı boyunca yanında olduğumu hissettirmek için

Geliyorum…

Aysu’mu

Yemek için geliyorum…

Eh biraz da büyümüş havalarına girmeye,

Kuzenleri bi araya toplamaya geliyorum…

Buraya gelirken geride bıraktıklarımı selamlamaya,

“Nerededir şimdi?” diye aklından geçirenleri sıkı sıkı kucaklamaya

Geliyorum…

Meğer zaten kalbimi buraya getirmeyi unutmuşum,

O’nu geri almaya

GELİYORUM…

 

Orçun~

03.03.2009

NA

28 Şubat 2009 Cumartesi

"say goodbye to the city"

.insanın içinde kelebekler uçmasının vakti değildir belki ama küçük anlarımda onları hisssediyorum. görüntüler ve sesler var işte, hala beni heyecanlandıran düşündüren. ama o kadar, aşka inanmadım, sevemedim, özlemleyemedim. tahammülsüzleçtikçe, yalnızlaşan, her şeyi yıkan, kıran döken, küfreden bünye ben. tindersticks etkisi gibi her şey, yıkıcı, melankolik ama hiçbir şey abartılı değil, benim için olması gerektiği gibi, doğal. stuart'ın sesindedir hisleri ama hiçbir şey beklemez, sadece içinden geldiği gibi söyler, kazanmaz ya da kaybetmez. samimiyetini bilirim uzaktan, dinlerim, kelebeklerimi görürüm içimde, susarım. yalnızlığından dem vurmaz, mırıldanır, kulak verir, gözlerimi kaparım tatlı bir uyku vaktinde.
.aslında daha çok kızgındım, daha çok yalan söyleyecektim ama bu kadarı geldi benden.
o zaman son sözlerim de tindersticks olsun yine.

"Silence is here again
The silence is here again tonight
Will the love ever come back?
Will the love ever come back?
I know I've been pushing you away
I know it's been going on for days
Those awkward little things
So endearing
Those awkward little things
Wear on me"

20 Ocak 2009 Salı

ada değildir insan

feysbuk olsun yutup olsun büyük ihtimalle görmüşsünüzdür ama, tropfest kısa film festivalinin finalistlerini izlemeyenler varsa eğer:

http://www.youtube.com/watch?v=zrdxe9gk8gk (ya da "mankind is no island" diye aratınız)

http://www.youtube.com/watch?v=namxkx0xrsy (ya da "marry me" diye aratınız)

bunlar dışında the wildflower ve an imaginary life'ı da pek sevdim ben, işi gücü olmayan onlara da bakabilir.

harun diye bi içecek yaptık, böğürtlenli bi çay var indian spice diye liptonun, bi yemek kaşığı ondan, bi yemek kaşığı filtre kahve, kahve makinasına dolduruyoruz, iki kupa da su. şeker de eklendi mi mistik bi tadı olduğunu iddaa edio ml. neden harun adı derseniz, o tamamen bizim evin iç dinamiklerinin "sonradan hatırlamak ve çağrışım" üzerine kurulu olmasından kaynaklanıyor. yeni bi defter alıp tarih ve saat yazıyoruz: "her şey burda başlıyor"


biterken rastlantıyı da analım:

"ada değildir insan,bütün hiç değildir bir başına ; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta ; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını ; senin için çalıyor."

14 Ocak 2009 Çarşamba

teşkürler

mektup dediğimiz şey insanları nasıl bu kadar mutlu edebiliyor, evrenin muammalarından biri bence. dün akşam, söz konusu evrende özellikle beni hedef alan bir mucize gerçekleşmediği takdirde kesinlikle kalacağım bir dersin sınavından gayet keyifsiz bir şekilde geri döndüm ve masamın üzerinde kocaman beyaz bir zarf gördüm. bin beş yüz milyon ışık yılı uzaktan ada'nın el yazısını tanıyabilme kabiliyetim sonucunda, daha ayakkabılarımı çıkarırken sevinmeye başladım. bu arada son bi kaç haftada üçü ada'dan üçü de kürşatla orçundan gelen (toplamda nerden baksan altı eden :) ) posta ulaştı evimize. bunların içlerinden çıkan kara kedi kartpostalı ve sandman sayısı ben de özellikle bi heyecan yarattı diyebilirim. sonuç olarak, avrupanın çeşitli ülkelerindeki postanelere uğrayarak bize bişiler gönderen pek şahane arkadaşlarıma hakikaten teşekkür ederim, çok mutlu olduk.


ps: bi de yazın ortasında beş kuruş param yokken gelen kesmeşeker cd'sini ve şahane röportajı ve de amerika'ya gelen bi paket sigarayı anmayı da borç biliyorum. dünyanın dört bi yanındaki posta servisleri adeta benim mutluluğuma çalışıyor.