1 Eylül 2009 Salı
Hırt...
25 Temmuz 2009 Cumartesi
iç ticaret hadleri
tam kola bağımlılığından kurtuluyorum, kürşat geliyor istanbula, gene güne öğlen kola ve sigarayla başlayıp yattığımız yerden mal mal muhabbetler ederken önce akşam sonra tekrar sabah olmasıyla döngüye giren, ancak kola veya sigara bittiğinde loophole bulabildiğimiz haftasonları geçiriyoruz. arada bir dışarı çık, içki iç, eve gel kağıt oyna, belki bi film izle, sonra gene yattığın yerden saçma salak muhabbetler, kola sigara, gene gün ağarsın, gene kalk kola sigara kahvaltısı.. şimdi kolamız bitti, onu bekliyorum.
bi de hayatımdaki her ayrıntı karman çorman şu anda. her ayrıntı ama. ve buna rağmen uzun zamandır ilk defa çok, çok huzurluyum. resmen gözlerim parlıyor. ama güneş gözlüğüyle dolaştığım için pek belli olmuyor tabi ajdksaj. ne mutlu iç ticaret hadleri sürekli cari açık verenlere!
öperim gözlerinizden.
6 Temmuz 2009 Pazartesi
Lily, Rosemary and the Jack of Hearts
29 Haziran 2009 Pazartesi
şapka giymemiştin çünkü yazdı
zaten hiç giymezdin belki de
kimin dünyayı görecek hali vardı oysa
sokaklar mavilik demetleri şunlar bunlar
şunlar bunlar diyorsam unutulmaz şeylerdi ha
örneğin çiçekti her şeyin ilk yarısı
ellerim ceplerime gitti durup dururken
yani herkesin aşk aşk dediği buysa”
17 Haziran 2009 Çarşamba
ŞİDDETLİ RÜZGARLAR esebilir
bir haziran klasiği olarak bilmediğim semtlerde akşamdan kalma olarak uyanıp zar zor eve dönmeler, yavru kediler tarafından çıldırtılmalar, sene boyunca iplenmeyen power balladların niyeyse hep bu zamanda sebepsiz mide kelebekleri yaratması, bunda kesinlikle fesleğen ve hanımeli kokusunun etkisi olması falan şaşırtıcı değil. tesadüflerse doğası gereği şaşırtıcıdır. ama tesadüfler de hakedilir, hikayelerin onları anlatabilecek kişilerin başından geçmesi gibi bir şey diyebiliriz.(bu arada tesadüf farsçada trafik kazası anlamında kullanılıyormuş, sık sık boş bir bilgi aktarmazsam rahat duramıyorum.) passiflora damlattığım sütlü kahvemi onlar için hikayeler ve tesadüfler biriktirdiğimiz insanlara kaldırırken şöyle diyesim var çok içten:
run to the bedroom, in the suitcase on the left, you'll find my favorite axe.
bugün de uyduruk yazımızın sonuna geldik. hepinize uyumak için trankilizana ihtiyaç duymadığınız geceler dilerim.
16 Haziran 2009 Salı
Birtakım duygular, bir tesadüf takımyıldızı ve bir takım elbise..
12 Haziran 2009 Cuma
.ey insanlar.
not:hiç de üretici bir yazı olmadı, bu dönem yazmakla ilgili sorunlarım var.
3 Haziran 2009 Çarşamba
.sabahlar olurken, olmasın dedim.
.şimdi şimdi anlıyorum bazı şeyleri. mezuniyet filan,okul bitiyor,ki benim için 3 sene daha var. bitirmek zor be kardeşim. taşkışla'nın geceleri gündüzlerine karışır, gün doğar ve biz bir yudum kanyakla birbirimize sarılmış çatıda otururken zaman hızla akarmış meğer. ortabahçede sohbet ederken dostlarla, asistanlarla, yıllar, anılar geçermiş gözünden ve dilinden düşmezmiş hiç. kediler yaşlanır belki de ölürler, sen de gidersin o güzel binadan. dostluklar baki, ama yakınlarda rastlaşmak daha zor artık. bitecek, gideceksiniz, ben kalsam da, tek başıma oılacağım. 4 senenin her anı giderek ufalacak gözümüzde. sonra da unutacağız elbet. sadece bilgisayarın hafızasında yer kaplayan fotoğraflar olacak bir çoğu. sonra yeni hayatlar, arkadaşlar ve iş. ben hala öğrenciyim, hep taşkışlalıyım. koparana kadar beni sistem, oranın bir parçasıyım.
.gün doğdu çatısında taşkışlanın ,ortabahçesinde battı güneş. evim oldu, bahçem oldu, nefesim oldu, gözyaşım oldu, dostum oldu, sarıldığım oldu. şimdi biraz daha boş, biraz daha sessiz kalacak.
10 Mayıs 2009 Pazar
bir tek annem olsun bana bir şey olmaz
bazen oluyor ki insan annesini aynı evde çekemiyor. ama biliyorum ki annem beni böyle seviyor olmasaydı ben bu sizin tanıdığınız insan olmayacaktım.
anneme geçen aylarda çok kızdım. çok ama. muhtemelen o da bana çok kızdı. 3 hafta kadar konuşmadık hiç. hiç haber almadım. düşünürsek öldü mü kaldı mı onu bile bilmiyordum yani. ama konuşmadığımız haftalar boyunca kendimi o kadar evsiz barksız hissettim ki anlatamam. meğer dünyada köklerimin olması ona bağlıymış. hiç de tahmin edemediğim kadar değerliymiş. meğer ne kadar da anneme ihtiyacım varmış. o günden beri annemi kalbimin derininde o kadar özlüyorum ki, daha doğrusu ne kadar özlemiş olduğumu fark ediyorum. günlük hayatımı etkilemiyor uzaktan bakınca ama aslında onun bana yakıştırdığı şeyleri giymeye başladım, yemekleri onun da seveceği gibi yapıyorum, sanki burdaymış gibi davranmaya başladım. varlığını yanımda hissetmek beni kurtaran şey oldu.
şimdi bu aptal şey beni dün geceden beri duvardan duvara çarpıyor. duygu sömürüsünün para kazandıran hali reklam sektörü: 1 ada: 0. sertab ablamız evet güzel güzel söylemiş, ninni gibi geliyor kulağa ama altta yatan mesajı hiç mi düşünmemişler ya da düşünüp, anlayıp bundan iyi para kazanırızı nasıl diyebilmişler. bir tek annem olsun bana bir şey olmaz bunu ben de biliyorum, ama bunu bangır bangır televizyonda verdiğin zaman bu beni ağlatır ki.
bu şarkıların anneleri gerçekten göremeyecekleri kadar uzakta olan insanları, bilhassa çocukları nasıl etkileyeceğini tartışmayacağım çok duygusalım bir tek kendimi düşünüyorum şu dakikada.
bu arada benim bu yazıyı yazma sebebim anneler gününü kutlamak değil, bazı reklamcıların anneler gününü kutlamak kisvesi altına gizlenmiş anneler günü teröründen etkilenmiş, mağdur duruma düşmüş olmamdır. yoksa anneler günüyle hiç işim olmaz. annem eksik kalmasın diye arar kutlarım o kadar. kıskanmasın kadıncağız, yazık kıyamam.
öyle işte. anneler günümü kutlamak için ben de şimdi pikniğe gidiyorum orada bütün medya etkisinden uzakta ham and cheese yemeyi planlıyorum. sizi seviyorum.
1 Mayıs 2009 Cuma
1mayıs
ilginç.
burada da 1mayıs tatil ilan edilmiş. işçi günü olarak. ama sokaklar bomboş. türkiye'deki heyecan ve hezeyandan ve dahi amaçlardan eser yok. dün ise kraliçenin günüydü. queensday denilen naneyi bütün hollanda çarşamba gecesinden itibaren büyük bir coşkuyla kutladı. bu küçücük sanayi şehrimiz tilburgda bile koca koca sahneler kuruldu. organizasyonlar büyük paralar kazandı. içki tüketimi sayamadığım kadar çok katına çıktı.
bugün burada da 1mayıs. ama herkes akşamdan kalma. herkes evinde uyuyor şu dakika.
ada günseli ışık tilburg'dan bildirdi. söz sende istanbul.
27 Nisan 2009 Pazartesi
Yaşam üzerine deneysel çalışmalar..
22 Nisan 2009 Çarşamba
you must gather your party before venturing forth
bu aklının bi köşesinde dursun bence. hangi bilginin ne zaman gerekçeği belli olmuyor çünkü.
bi de arkadaşlar asıl şey dicektim ben, buraya bişiler yazdığınızda göndermeseniz de görülebiliyor haberiniz olsun adjskldja. kendi kendine kaydediyor çünkü manyak. herkes taslaklardan yazıp göndermediklerine bi göz atsın, silmek istedikleri varsa silsin derim ben. kendi yazdığım çok feci bişeyi keşfettim de o bakımdan :)
öperim seni. hepinizi öperim ülen!!
----------
did you notice the world
that we're living in?
did you notice? did you see?
something might happen to me..
21 Nisan 2009 Salı
.bozda kalanlar.
.elimi uzatsam tutar da koşar mıyız yeşilliklere, çimenlerde yuvarlanmaya gelsem sırf, güler miyiz gözyaşlarımız birbirine karışana kadar, saklansam başucundaki kitaba okur musun satırlarımı, kaçıp gitsem kızar mısın, gidemediğimde ve kalamadığımda susar mıyız gecenin içinde?
.soruları sorsam da aldırmayın bana, kime seslendiğimi ben de bilemedim. sadece yazayım istedim, bahar mahvetti beni,sevdim mahvolmayı.
18 Nisan 2009 Cumartesi
Achtung! Achtung!!
10 Nisan 2009 Cuma
bi a bout de souffle vardı noldu ona
- amanda ziller, dur bir mola ver
Çok garip haller içindeyim. Havanın arada bir “yarın Cumartesi mi ya?” diye sorarken mi artık bilmiyorum, takvime bakması ve baharda olduğumuzu hatırlayıvermesiyle ben de güzel şeyler hatırlıyorum. Güneşe sırtını vermiş, parkta oturup çok ciddi bir şekilde etrafını izleyen kedinin yanına oturup muhabbet ediyorum. (parkta banka oturmuş kediler bastet’in dünya üzerindeki avatarlarıdır ve Tasslehoff kadar olmasın ama tanrılarla aram iyidir). Kestanecilerin ortadan kaybolup mısırcıların ortaya çıkmasını dört gözle bekliyorum. Kahveden buzlu kahveye ve ice tea familyasına geçelim artık bir an önce diyorum.
Ama hava tutarsız, therefore ben her zamankinden daha tutarsızım. (koç burcuyum, ekşi sözlük yazarıyım, perdelerin durumundan bağımsız olarak kedi davranışları sergilediğim gözlemlenebilen bir doğa olayıdır.) evet paniğe kapılıyorum! Peril sensitive güneş gözlüklerimi geçen kış giydiğim montun cebinde unutuyorum kimi kimi. Oturup korkuyu bekliyorum. Arayıp balkon evin parçası sayılır mı diye soracak avukat arkadaşlarım dan olmadığından odama kapanasım geliyor. -Varolmadığımı söylemenin bezdirici bir yolu bu-
Hiçbir şeye hazır değilim, öyle sandım, yanlış duymuşum, şehirdeydim falan ama olmuyor. Böyle bir takım kaçışlar ve güvensizlikler içerisindeyim. Gene içerlerde kendi kendime kavga ediyorum. Bir taraf ama, ama diyip duruyor, bir taraf John Dorian mısın, Maria Puder misin diye sövüyor diğer tarafa. Alpr’e “tüp mü taşıdın da yoruldun”, Ada’ya “Alexander Jarden mıyız biz lan?” diyen ben yapıyorum bunu. (bir de Nilsu Baran vardı, ona da benzemiyor değilim. Nitekim bir susamuru resmi astım duvara fokurdak yaratılışımızı hatırlatsın diye ama hala panikteyim. Bu postla –bir yazıda en çok ‘birbiriyle alakasız kurgu kahramanı adı kullanma’ özel ödülü-nü almayı umuyorum bir yandan da evet). Yolda olmak istiyorum, evden ayrı olmaktan korkuyorum (yol filmi izleyelim diye sinemaya gidiyoruz, melodram çıkıyor), yayılalım çimlerde tamam ama fıskiyelerden korkuyorum, lunaparka gitsek kamikazeye bineceğimden şüphe eder oldum, oysa çok özlemiştim, üstelik erik de hala çıkmamış! “Anılara sonsuza kadar sadığımdır, insanlara asla öyle olmayacağım hahaha” diyip kedinin kuyruğuyla oynarken sözlerime son vereyim derim ben. Klişeler boşuna klişe olmuyor diyorduk: zamana ihtiyacım var, saatlerimizi ayarlayalım. To do list: bahar temizliği.
Dj, herkese benden bir ‘animal instinct’
27 Mart 2009 Cuma
6 Mart 2009 Cuma
GELİYORUM…
GELİYORUM…
Galiba yetti,
Nedendir bilmem ama,
YETTİ…
Bazen “kafaları kırdık”, tek gecelik kararlarla,
Avrupa’yı gezdik.
Üniversite işgal ettik, polisten kaçtık.
Pizza için nefesimiz kesildi, Napoli dedik,
Arkasından
Sokakta gasp edildik.
Güzeldi, unutulmaz hiç…
Fakat,
Efes içmeyi özledim…
Sabaha kadar manasızca çay içerek kâğıt oynamayı,
En sonunda yine aynı iskenderi yemeyi
Ve bunu hayat tarzı haline getirmeyi, getirtmeyi özledim…
Ankara’yı özledim, arabamı özledim,
Ha İstanbul için ise ÖLÜYORUM…
Evimi özledim…
Hayallerimde artık çok daha yüksekten uçuyo şimdi
Pos bıyıklarıyla…
İçinde ailem, beni bekliyo,
Benim içim gidiyo…
ÖZLEDİM…
Meğer ne zormuş ait olmadığın yerde olmak,
Meğer…
Ne zormuş meğer,
Seni bekleyenlerin yanında olamamak
Tam da olman gereken anda…
FAKAT,
Yanındayken öpmeyi ihmal ettiğim Annem için geliyorum…
Babamla atlattıklarımızın arkasından,
Gülmeye geliyorum…
Belki kardeşime ilk defa abi olmak için,
Hayatı boyunca yanında olduğumu hissettirmek için
Geliyorum…
Aysu’mu
Yemek için geliyorum…
Eh biraz da büyümüş havalarına girmeye,
Kuzenleri bi araya toplamaya geliyorum…
Buraya gelirken geride bıraktıklarımı selamlamaya,
“Nerededir şimdi?” diye aklından geçirenleri sıkı sıkı kucaklamaya
Geliyorum…
Meğer zaten kalbimi buraya getirmeyi unutmuşum,
O’nu geri almaya
GELİYORUM…
Orçun~
03.03.2009
NA
28 Şubat 2009 Cumartesi
"say goodbye to the city"
.aslında daha çok kızgındım, daha çok yalan söyleyecektim ama bu kadarı geldi benden.
o zaman son sözlerim de tindersticks olsun yine.
The silence is here again tonight
Will the love ever come back?
Will the love ever come back?
I know I've been pushing you away
I know it's been going on for days
Those awkward little things
So endearing
Those awkward little things
Wear on me"
20 Ocak 2009 Salı
ada değildir insan
http://www.youtube.com/watch?v=zrdxe9gk8gk (ya da "mankind is no island" diye aratınız)
http://www.youtube.com/watch?v=namxkx0xrsy (ya da "marry me" diye aratınız)
bunlar dışında the wildflower ve an imaginary life'ı da pek sevdim ben, işi gücü olmayan onlara da bakabilir.
harun diye bi içecek yaptık, böğürtlenli bi çay var indian spice diye liptonun, bi yemek kaşığı ondan, bi yemek kaşığı filtre kahve, kahve makinasına dolduruyoruz, iki kupa da su. şeker de eklendi mi mistik bi tadı olduğunu iddaa edio ml. neden harun adı derseniz, o tamamen bizim evin iç dinamiklerinin "sonradan hatırlamak ve çağrışım" üzerine kurulu olmasından kaynaklanıyor. yeni bi defter alıp tarih ve saat yazıyoruz: "her şey burda başlıyor"
biterken rastlantıyı da analım:
"ada değildir insan,bütün hiç değildir bir başına ; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta ; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını ; senin için çalıyor."
14 Ocak 2009 Çarşamba
teşkürler
ps: bi de yazın ortasında beş kuruş param yokken gelen kesmeşeker cd'sini ve şahane röportajı ve de amerika'ya gelen bi paket sigarayı anmayı da borç biliyorum. dünyanın dört bi yanındaki posta servisleri adeta benim mutluluğuma çalışıyor.