11 Ocak 2008 Cuma

Şok şok şok.. Flaş flaş flaş..


Evet sayın okuyucular.. Az önce elimize ulaşan bir habere göre mozambikli internet hekırları blogla ilgilenilmemesine daha fazla dayanamayıp, ilk günden itibaren blogun simgesi haline gelen küçük sarı ördeği kaçırdılar.

Küçük ördeği serbest bırakmak için istediklerini ise şöyle sıraladılar;

1- Bloga gerekli ilgi ve şefkati göstereceklerine dair garanti.
2- 2mb sınırsız internet bağlantısı.
3- Bir yıl yetecek kadar ördek maması.

Mozambik Ajans

alpr

3 Ocak 2008 Perşembe

Yorum olacaktı baktım çok uzamış..

Bulalım anam. Düşün bu konu üstünde biraz..

O çaya gelirsek; şimdi zamanında Çaykur Rize diye bir firma varmış. Avrupa'da çay üreten hiç bi ülke olmadığı için bu firma avrupaya çay ihraç ediyormuş. Sonra çernobil diye bir facia olmuş. Avrupaya çay ihraç eden (hindistandan çay filizlerini alıp sadece harmanlayan) bi' ingiliz firması da başlamış sallamaya. Sizin çayınız radyasyonlu sizin çayınız radyasyonlu diye. nese sonra tabi bu çaykurun satışları düşmüş ve bütün pazar bu liptona kalmış. işte o çay da lipton.

bu arada çernobil gibi sorumluların bile bile ölüme gitmesinden kaynaklanan (çekirdek duvarının olmaması, santralin bir çok kez uyarı vermesi ve izinsiz deneyler yapılması) bir facia yüzünden insanlık nükleer enerjiden vazgeçiyor ama gel gör ki bilgisyarlardan vazgeçmiyor.

ama ne alakası var kieeeee? deme. dünyamızın ne büyük bir yıkımdan döndüğünün haberdar değil pek kimse. sene bilmem kaç soğuk savaş dönemleri. amerika ve rusyanın nükleer füze yarışı yaptığı dönemler. hani şu eğer rusya bize füze atarsa biz de onların şu şehirlerine füze atalım muhabbetleri.

işte bu dönemlerden bir gün rusyanın nükleer füzelerle o gün ilgilenen komutanı bilgisayara bakıyor bir de ne görsün? radarda ekranda her ne zımbırtıysa 5 tane amerikan füzesi fırlatılmış. açıyor kara kaplı defteri (tabi ezbere biliyor ama gene de bi bakayım diyor) yapılacak şey belli. daha önce belirlenmiş şehirlere rus nükleer füzeleri fırlatılacak. ama ne yapıyor bu rus amca? bu füzeleri fırlatmıyor. bir arıza olabileceğini düşünüp kontrole gönderiyor ve gerçekten de arıza olduğu ortaya çıkıyor.

eğer bilgisayarlara güvenip o düğmeye basmış olsaydı bu amca şu anda dünya nüfusu bi kaç yüz milyon ya da milyar neyse işte o kadar eksik olacaktı. peki insanlık bilgisayardan vazgeçti mi? hayır. ama nedense nükleerden vazgeçiyor..

26 Aralık 2007 Çarşamba

Bir yol filmi

film başlar

nilüfer bornova hareket merkezi
nilüferin reklam filminin dış sesi - nilüfer turizmle yolculuğunuz aldığınız bi biletle başlar... bidi bidi.. bla bla.. sonra bu keyif bir alışkanlığa dönüşür..
kahramanımız - üüü ühühühühüh doğrudur

otobüs
kahramanımızın iç sesi - müzik dinliyim bari evet..
tracey thorn - back on the train
i ask why did i come again?
can i confess i've been hanging around your old address?
the years have proved to offer nothing since you moved
you're long gone
but i can't move on..
kahramanımız - bühühühühhehe trene de binmedik işte ama neyse kapat kapat filmi izliyim ben bakıyım neymiş evet..


max- hav hav hav (maya yaralandı demeye çalışıyor)
adını bile hatırlamadığım adam - mayaa mayaa
maya - vık vıyk
kahramanımız- üühühühübühühüh yeter ya ühüüüü kim seçmiş bu filmi köpekler de ne güzelmiş öyle neyse alpr bana bi cd yapmıştı 50 bin yıl önce bi kere dinleyebilmiştim o olcaktı yanımda dur bakıyım hıh evet


m.n.s - sana dün bi tepedeeeen baktım aziz istanbul
kahramanımız - haydaa üü
m.n.s - sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer
kahramanımız - büüüüühüühühühühü ühüaheeahüü
yan koltuktaki teyze iç ses - alla allaa manyak mıdır nedir sabahtan beri


kahramanımız - ben de hiçbi şi yapmam etrafa bakarım alla alla
tabela - gemliğe doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma
(aynı anda deniz görünür)
kahramanımız- ühühühünübühühhüühüh atıcam ama kendimi


muavin- çay kahve meyve suyu?
kahramanımız - kahve mi? kahve? kah.. büheaheüaehühühühühüü hüngür kahve alıyım olur
az önceki teyze iç ses - valla muavine sölücem beni başka yere oturtsun manyak çünkü bu

servis
kahramanımız, iç ses
- her yeri süslemişler lan anaa akmerkez ne güzel olmuş yılbaşı geldi doğru ya..yılbaşı.. yılbaşı.. ühühühüüübübüeeheü
teyze - haaah serviste de kurtulamadık manyaktan


film biter

kahramanımız
- jenerik de çok güzel olmuş ha ühühühüheaheğae bühühühüüehaheü hüngür

20 Aralık 2007 Perşembe

Kupa Kraliçesi nerdesin?

İnsanları anlamıyorum. Sevgi gibi bir konuda kolaya kaçıp en rahat elde edeceklerini seçiyorlar. Sonra da bitip mutsuz olduklarında isyan ediyorlar. Öncelikler böylelerine "bir hassiktir lan ordan amk çocuu"nu borç bilirim..

Ya cidden artık insanlardan nefret edecek noktaya gelmeme az kaldı. Etrafımda o kadar çok insan o kadar adice davranıyor ki sevdiğim dediği insanlara benim içim acıyor. Tiksiniyorum cidden.

Yeni yıla on gün kaldı. Artık tek umudum kupa kraliçemde. Gelsin ve beni kurtarsın. Gerçi kupa bu benden daha boktan bir durumdadır muhtemelen..

Not : Kraliçem geldiğinde sözüm olsun hepinize birer bira ısmarlıcam festival niyetine. Şarkılar da benden hatta..

14 Aralık 2007 Cuma

13 aralık

bir aralık bulunca dışarı çıkmak isteğiyle yanıp duruyoruz, larvalarımızdan. bir aralık bulup kaçıp gitmek isteği, evlerimizden...

bir aralık bulsam da gözlerine baksam isteği duyanımız var elbet. bir aralık istiyoruz, zamanın akışının donduğu. bir aralık ki tüm hataların geri alındığı, tüm gidenlerin döndüğü...

paralel evrenlerin arasında bir aralıkta durmak istiyoruz.ayın ışığının bir aralıktan içimize sızmasını bekliyoruz. bir aralık olsun,aralasın tavan arasındaki hücremizi...

onca işi olsa da bir aralık bulucaktır, en kötü ihtimalle telepati kurar deyip oturuyoruz. bir aralık hüzün basıyor, fark etmediğiniz bir aralık uzaklaşmasını da biliyor...

ömrümüz kocaman bir aralıkmış diyoruz belki de,fark etmemeşiz hiç birşeyi...onca yılın ardından bir aralık bulup bişiler yazıyoruz...

13 Aralık 2007 Perşembe

Unutmak mı Unutulmak mı Unuttrulmak mı ?

Aslında hepsi basımıza gelmiştir ama en acı olan hangisi en cok acıtan en cok kanayan hangisi .
UNUTMAK eger vicdan sahibiyseniz can sıkar. Özellikle unutuugnuz bi eşya değilde kişiyse cıldırtır ''Nası unuturum nası yaparım ben bunu '' şeklinde cümleler kurmanıza sebep olur kucuk kafalarınızın içinde unutulan sey bi eşya ise vede önemli ise sanki sag bacağınızı asansör kapısında bırakmıs gibi bi his wermeye kadar gidebilir. Eger benım gibi B12 vitamini eksikliği cekmiyorsanız vede esyalarınız cuzdanıznızı bi yerlerde unutup onları gerı almak ıcın 250 ila 500 kilometre arasında yol yapmaya alısmamıssanız bi sure sonra cılgın kurtulus cumleniz imdadınıza yetişir '' Demek ki okadar da önemli değilmiş önemli olsa unutmazdım'' ve hayat az da olsa kolaylaşır.

UNUTULMAK eger ezikseniz lise yıllarında arka sıralarda oturmus her tenefüs camdan yagan yagmuru izlemiş yıllarca sacınızı uzatmaya calısmıssanız alısmıs oldugunuz bı durum olup her tekrarlanısında daha cok acıtır . Unutan her zaman baska bi adem torunu olacağı için ve hata yapan siz olmadıgınız için olusan duygunun hüzünden sinire geçişini fark edemeyeceksiniz. En kısa süreli can yakanın bu oldugunu düşünürüm kısa süre can yakar ama thataya bi çivi daha çakılıp sökülmüştür artık.

UNUTTURULMAK en az 3 kişi gerekiyor sanırım. Unutan unutturan birde unutulan. Biz burda unutulan sahıs oluyoruz ve unutturan gerizkalı öküzden nefret ediyoruz. Sinir ve hüznü aynı anda yaşıyoruz çünkü unutan şahsa bi kırgınlık war ''Bu kadar mıydı? '' '' Bu kadar kolay mıydı?'' cumlelerini kuruyoruz.
Hepsini aynı gün içinde yasamış bir insan olarka hepsinden tiksindim durumlar hüzün nefret iç içe girdi ayrıca bi insan evladının bu kadar cok duyguyu aynı anda yaşaması kesinlikle sacma adaletsiz bi tarfta o gün hiç bir şey hissetmeyen bir dolu angut warken ben neden hepsini aynı anda yasamak zorundayım ki nedir bu yani acıklı türk filmimi ceviriyoruz burda

Ebabil bir kuşsa saka daha kuştur

“biraz garip bir şey bu. şu gezegende belki beş milyar insan yaşıyor. ama işte tutup birini seviyorsun ve onu başka hiç kimseyle değişemiyorsun”

Eğer bir dış etken seni üzerse duyduğun acı o şeyin kendisinden değil senin ona verdiğin değerden geliyordur. Onu da her an ortadan kaldırma gücün vardır denmişti bir zamanlar. Mutlu olmaya çalışmıyor da değildim hani. Ama insanın bir şeyi en çok özlediği anın en mutlu olduğu olduğu an olduğuna inanmak için yeterince sebebim var artık. kalktım bütün dış etkenlere kendimi kapadım, haftalarca evimden çıkmadım. Gerçi bu sefer uyurken sızıyor dış etkenler rüyalara ama olsun, durum fena değildi. Sonra bir gün dışarı çıkıyorsun, büyük ihtimalle şehrin en güzel apartmanından boğaza bakıyorsun, Istanbul kendi kendine insanı çok mutlu edip de üzebilecek bir dış etken zaten ya, her şeye en başından başlıyorsun.

Eh ben de evimde oturmaya devam ediyorum, duvar kağıdındaki çiçekleri sayıyorum, sabahın köründe elli birlik desteyle fal bakıyorum, sigara içip çizgi film izliyorum. Çünkü ne kadar az yaşarsam o kadar az özlediğimi öğendiğimden beri işin kolayına kaçıyorum. Bunu anlamak o kadar zor olmasa gerek.*




*(biliyorsun, ne yapsam ayrılamam senden asla
hafife alma aşk vurur insana
bir de yer vurur sonra
masa tenisi, hafife alma) / çandarlı halil paşa - histoire et description de la suisse et du tyrol - sayfa 42


11 Aralık 2007 Salı

kader

sadece filmlerde mi olur esas kıızın arabası geçerken,esas oğlanın treninin ondan bihaber yan tarafta ilerlemesi?? sadece almadovar mı yapar alakasız hikayelerin kesiştiği yerdeki, müdahale edilemeyen, öylece oluşunu izlediğimiz sahneleri??

-peki sen neden gelmedin derse?
- ben vardım derste esas sen neden gelmedin??
-....... hmm ben derse geç girdim sense erken çıktın..mütiş olmuş :S

film izlerken dur inme o bodrumaaa.. kaç kaç o katil demek kolay... geç kalma o derse, seçme o bölümü, sevme o kişiyi o 'katil' dese ya birileri bize...söylese ya olacakları... çeksek ya yanlış giden sahneleri tekrar... tekrar.. tekrar.... şikayet kutusu dolup taşan 'yönetmen' duysa ya sesimizi... ya da dağıtsak ya artık bu film setini aq!!!



p.s: yönetmen metaforunun azadeyle alakası yoktur, kimse alınmasın=)

26 Kasım 2007 Pazartesi

işte gidiyorum
birşey demeden arkamı dönmeden şikayet etmeden
hiçbirşey almadan birşey vermeden
yol ayrılmış görüyorum...

aptalca bişeyler yaptım, saçmaydı, gereksizdi, olmamalıydı...
bir adım geride beklemem gerekirdi ama ben cahilce ileri atıldım.

şimdi sigara içiyorum gereksizce devam ediyorum ama bunun dumanı hiç bu kadar güzel gelmemişti...

belki ben doğruyum belki de doğruyu bulmayı çoktan unutmuşum ama bunu ben yapmamalıydım.

zaten nerden çıktı ki durup dururken neden çıktı yada. değer miydi değmez mi onu hiç sormuyorum bile ama yıllarca geri gitmişim meğer...

gidiyorum...

6 Kasım 2007 Salı

Koku ve iyi olma üzerine..

Evet ne alakası var diye düşünebilirsiniz ilk bakışta, tıpkı benim gibi. Ve evet haklısınız da zerre alakası yok şu yazacaklarımın birbiriyle..

Aşkın gözü kördür sözü çok güzel bir söz. Ama yüzyıllardır yanlış anlaşılmış bir sözdür de aynı zamanda. Göz bir aşkta sadece küçük mutlu göz yaşı yumurcakları doğurmakla görevlidir. Bir de tabi sevgilini yumuşakça öpmekle, burnuna kafa atmayı ayırmakta kullanılan ufak klavuz çizgisini tutturmakta. Onun dışında insan burnuyla aşık olur. Bu yüzden kendimizi aşık olmaktan alıkoyamayız. Gözlerimizi kapatsak da burnumuz hep tetiktedir (son iki cümle araktır ya da benzerdir). Bir aşığa, terkedilmiş bir aşığa yapılabilecek en kötü şey ona sevgilisinin kokusunu sunmaktır. Bunu nereye bağlayacağım bilmiyorum. Ama özlüyorum, aşkın kokusunu. Koklamayı, her bir koku tomurcuğunu içime çekmeyi özlüyorum. Ve çevremdeki psikolog adaylarından öğrendiğim kadarıyla böyle şeyler -yani koku palavraları- kadınlarda olurmuş. Korkuyorum bazen kendimden, gittiğim yoldan. Acaba takip ettiğim bu koku cadının kazanından mı geliyor yoksa fırıncının kızı henüz yeni bir kek mi yaptı?

Aşık olmak diyince korkuyorum gene. Korkuyorum bunca değişme çabamdan sonra yeni bir şeyin beni tekrar başladığım noktaya döndüreceği düşüncesinden. Bilmiyorum kalıcı kılabildim mi kılamadım mı. Zaman bütün kötülüklerin anasıdır ya; bakalım göreceğiz ne boktan bir işin içine girmişim.

Kötü olup insanları üzmek mi yoksa iyi olup insanları üzmek mi? Sağcı bir görüş benimsedim sanki o aldığım karardan sonra. "İnsanları üzmeden mutlu olmaya çalışmaktan yoruldum. Artık mutlu olmaya çalışmayacağım". Ama şu geldiğim noktada görüyorum ki insanları üzmemek mümkün değil. Yani ikisinden de vazgeçtim artık. Bugün birini daha üzdüm. Ve sırf iyi olduğum için, değiştiğim için. Eski ben olsaydım eğer o kişi kesinlikle üzülmeyecekti. İki ucu boklu anlayacağınız. Anlayacağınız tünelin ucundan yine Mahmut Hoca çıktı..