3 Şubat 2013 Pazar

Çalıkuşu

Hayat her zaman bizim planlarımıza göre yürümüyor.

Benim durumumda ise hiçbir önemli planım istediğim gibi yürümüyor.

Üniversite yıllarından beri iki şey hedefledim kendime.
1. Şehrin neresi olduğu bile önemli değil bir ev. Satın alınmasına gerek yok, kiraya da varım. Ama bir ev. Sabit bir ev. Benim olan bir ev. Buzdolabını, duvarlarını benim boyadığım, en sevdiğim şekli bulana kadar mobilaylarının şeklini değiştirdiğim, evim. Ben gideyim, üç ay Londra'da beş ay Amsterdam'da, sekiz ay Lübnan'da kalayım ama hep aynı evime döneyim. Sabitliğe çok ihtiyacım var. Sakinliği çok seviyorum. Eski koltuklarda huzur buluyorum.

2. Kendi istediğim şeyi üretmek; önce master sonra doktora, yardımcı doçent derken üniversitede kalıp, bu sürekli üretimin devam ettiği, aktığı mekanda bir kişinin hayatına bir şey katmak için fikir üretmek. Şimdi akademiden arkadaşlar, heeaa o iş bildiğin gibi değil. Üniversite senin hayallerindeki gibi değil diyebilir. Olsun. Bu da en istediğim şeye giden serüven olsun. Zor olsun, benim olsun.


Bu güne kadar bu anlamda hep ikinci tercihlerimin insanı oldum. Hiç ilk hedeflediğim okula giremedim. Hiç istediğim evlerde kalamadım. Ama en sonunda, ikinci tercihimden çok memnun kaldım. Beni hep çok mutlu ettiler.

Lise bitmeden önce bir rüya görmüştüm. Çok büyük, çok yeşil, çok çiçekli bir dağa tırmanıyorum. Dağın zirvesi basamak basamak. Ama basamakların arası çok geniş. Tırmanması çok çetin. Ama ben tırmanıyorum. Son basamağı tırmanırken, birden elim kayıyor ve düşüyorum. Boşlukta süzülüp külçe gibi yere çakılıyorum. Bir bakıyorum ki, yeşil bir düzlükteyim. Burası çok güzel diyorum. Tırmanmaya çalıştığım son basamağı unutuyorum. Bunun hep ilk tercihim olan Boğaziçi'ni kazanamayıp, ODTÜ'ye girişimi simgelediğini düşünmüştüm. ODTÜ'ye gireceğim bana malum oldu, rüyamda gördüm, aman da çok mistiğim falan diye hava bile attım. Şimdi bana öyle geliyor ki bu ODTÜ'yle falan alakalı değil. Bu benim hayatım olacak. Çok depresif değil mi? Sürekli bir başarısızlık hissi içindeyim. Bunu söylediğimde insanlar bana 'mal mısın?' bakışı atıyorlar. Senin yerinde olmak isteyen binlerce insan nutkunu çekiyorlar. Ama olayın özü şu. Benim çok iyi okullarda okumam, güzel evlerde oturmam, şuyumun buyumun olması değil önemli olan. İstediğimi alamadım, işte durum budur.

Şimdi de aynı hissin içinde, ihtimaller denizinde boğuluyorum. Diyorum ki, acaba başka türlü başarabilir miydim? Başaramayacağıma neredeyse eminim, aynı zamanda da başarabileceğime neredeyse eminim. Umut dünyası işte.

İçimi rahatlatan tek şey, bu ikinci tercihlerim meselesi. Belki de ben olamayacağım bir insan olmak istiyorum. Belki de hayatın benim adıma karar vermesi daha eğlenceli. Rüzgar nereye götürürse. Bir karar, bir yolculuk. Bir adam, bir yolculuk. Bir ev, bir şehir, Bir yolculuk.

En baştan beri özgür ruhluyum, bir yerde uzun süre duramam, gezmem, başka şehirlerde yaşamam lazım desem, havalı bile olurdu. Ama bu hayat, dünyanın en evcil insanına, en büyük şehir romantiğine göçebeliği uygun gördü. Acıklı bile sayılır.

Şimdi, 27. yaşımı sürdüğüm bu günlerde, hala bir evim yok. Ama ikinci hayalimi gerçekleştirmek için, göçebeliğin altına imzamı atıyorum. Bu kararımla, artık sevdiğim bir şehrin, sevdiğim bir semtinde ömrüm burada geçti diyebileceğim bir evin olma olasılığını ortadan kaldırıyorum.

Belki gerçekten de özgür ruhluyum, sadece bunu henüz bilmiyorum. Küçük bir şehrin, küçük bir üniversitesinde gerçek bir değişim yaratma şansı, istediğim mesleği yapma şansı, evimi yerle bir ediyor.

Ama zaten çocukken de en sevdiğim kitap Çalıkuşu'ydu.