18 Haziran 2008 Çarşamba

peril sensitive sunglasses

"kitaba bakmaya devam et!" diye tısladı aceleyle.
"ne?"
"Paniğe Kapılma."
"paniğe kapılmıyorum!"
"evet, kapılıyorsun."
"pekala, tamam, paniğe kapılıyorum, ama yapacak başka ne var ki?"
"sadece benimle gel ve iyi vakit geçir. galaksi eğlenceli bir yerdir...."


bütün gün duyduğum en mantıklı şeydi galiba. ısrarla, otostopçunun galaksi rehberini okumadıysanız okuyunuz, okuduysanız, arada bir dönüp tekrar göz atmayı unutmayınız. çünkü kapağında dostane ve kocaman harflerle "paniğe kapılmayın" yazar. çünkü uzaya, zamana, maddeye ve varlığın doğasına ilişkin tüm sorular yanıtlandığında geriye tek bir soru kalacaktır: akşam yemeğini nerde yiyeceğiz?" paniğe kapılmazsanız cevabı evrenin sonundaki restoran olabilir.

Edebiyatın fotoşopçusu..

Fotograf

"Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel"

Cemal Süreya'ya ait bu dizeler. Bilmiyorum onun kadar güzel oynayabilen var mı kelimelerle.

15 Haziran 2008 Pazar

hipertermi

bebeklerde hipotermiyle kalp ameliyatı yapmadan önce kalbi durana kadar buzda beklettiklerinde bebek ne hissediodur die düşündüğüm günden bi önceki gece benim vücut sıcaklıgım muhtemelen 38-39 civarındaydı.ateş yükselmesi beyinde kocaman kapıları açıyor sanki..içine koydugunuz tozlu eşyalar çok fazla oldugu için kapıları zorla itekleyerek kapatmışsınız. 'geniş kanatları boşlukta simsiyah uzanan büyük kapıları' açıyor..

görmek istemediğim içn oraya koymuştum diyorsunuz eski bi hikaye o diyosunuz, niye hala gülümsüyorsun die dış ses cevap veriyor...'kaçak oyun' tarzımdır diosunuz.g.t oluo dış ses.içiniz ise dopdolu.lisede olsak hala 'herşey üst üste gelioaa' deyip kısaca anlatılabilirdik belki.aslında içimi boşaltmışlar gibi hissediyorum.sanki bi büyücü lanetlemiş; her yiyeceği yeiyebilsin ama zevk almasın.açlıktan ölmüorum ama hiç tatları yok meyvelerin.balık gözleriyle baksın bundan böyle. gelecege bakamayınca, meyve salatası yapamayınca neye yarar di mi? ondan kelli ateş yükselmesi büyük kapılar açtı.ama geleceğe değil..

bakın bu ikide birde bozulan güneş

'sallandığıma bakılırsa bir gemi olmalı hayat
amaan şimdi bayram seyran, sonrası faşizm
dedim bana müsaade en iyisi mi ben ineyim.'


Ben şimdiden istediğim şeylerin bi listesini yapıyorum, yılbaşında noel baba, shishi gami, küçük şeylerin tanrısı, başka boyutların tanrısı veya karşının taksisi artık kim getiriosa hediyeleri, dikkate alsın:

peanuts’ın tüm bölümleri, darkwing duck’ın tüm bölümleri, road runner’ın tüm bölümleri, esasen bulabildiği tüm çizgi filmleri getirsin, susam sokağının tüm bölümlerini getirirse inanılmaz şahane olur, bilgisayarımda yer olmadığı için bi sürü harici hard disk, bi tane mp3 player (ses kaydı yaparsa çok güzel olur), bi tane su yatağı, bi tane lilac wine getirsin nasıl bişimiş görelim merak ediyoruz, sonra alpr’e biraz shroom, house ve himym’ın bi daha tatile girmemesi için anayasaya bi madde eklesin, çikolatalı sütle kısa camel, sophie marceau’nun fanfan’daki saçları gibi saçlar, teras için limon ağacı ve fesleğen (hamağı ben alırım hadi), çeşmeden bi gün su bi gün şeftalili ice tea aksın, kışın arada bir kara büyü de akabilir, fahir öğünç yirmi dört saat radyo odtüde konuşsun, bi kereliğine olsa kendimizi dışardan görebilsek güzel olurdu kanımca, sigara öldürmesin, morrissey ölmesin, çalışmadan yaşamak mümkün olsun, strummer dirilsin ankarda konser versin, dostun önünde buluşup gidelim, hare’nin tüyleri dökülmesin, musluktan arada high hopes da aksın, kulaklıklar hiç bozulmasın, dünyadaki tüm kahve çeşitlerinden bi paket getirsin, ankara-istanbul orası on beş dakika sürsün, o da üstü açık otobüsle olsun sigara içmek de serbest olsun, şemsiye denen şey tedavülden kalksın, ada bana menemen yapsın, bütün fizikçiler david faraday, bütün doktorlar house veya mümkünse robert chase gibi olsun, zeplinimiz olsun onla gezelim, bi de biri her gece üstümü örtsün.
Amin.

14 Haziran 2008 Cumartesi

ada tatilde

günaydın güneş.

cumartesi sabahı ve artık tatildeyim.
gözlerim ve ellerimle ilgili bir sorunum var gibi hissediyorum. sanki gözlerim açılmıyor desem doğru bir ifade olacak gibi ya da bilmiyorum onun gibi bir şey. ama somut biçimde ifade edebileceğim bir durum da yok sanki. o yüzden şuram bozuk, buram hasta diyemiyorum ama yorgunluktan kaynaklı gibi duran bir hastalığım olabilir. ya da lupus oldum.

dün amerikaya gidip tıp okumaya karar verdim. ciddi bir karar değil tabi ki ama değerlendirmeye alınası bir yerde. yüksek lisans yapacağıma gider ameraikaya tıp okurum. doktor olurum yılların hayali gerçek olur. ya da belki psikolog ve psikiyatr olurum. ikisi bir arada jacobs kahve gibi. ne güzel.

sevilmek çok acayip bir şey. sanki ben yıllarca hep çok sevmişim de hiç sevilmemişim gibi geliyor.

buradan kesmeşeker'e selam gönderip soruyorum:
bu nasıl gitar solo?
bu nasıl ilişki?

anlamakta zorlandığım şeyler var tabi ki. ama fena şeyler değil sadece anlamak zor. böyle karışık gibi. türlü gibi. humm yanına da bir güzel pilav olsa.

sabah trt'de çok acayip bir film vardı. bildiğimiz dağlar kızı heidi büyümüş liseye gidiyor. o sersefil peter de büyümüş serpilmiş asker olmuş yakışıklı, uzun. inanamadım. eheh nerde o kafasını kaşıyan, burnunu karıştıran peter, nerde bu sülün gibi delikanlı. anladım ki zaman çok hızlı akıyor.

ama asıl sorun herkes için aynı hızda akmaması.
herkeste aynı etkiyi yapmaması. yani düşünsenize bizim belli dönemlerimize etki eden şarkılar, kitaplar, laflar var. ama başkası, hem de çok sevdiğin bir başkası, bu şarkının adını bile duymamış olabilir. yani ne bileyim benim her türlü şeyi büyütmeye meyilli bir bünyem var sanırım. bitiriyorum.

bir yer var biliyorum
evet seni seviyorum.

8 Haziran 2008 Pazar

Alice in Jefferson Airplane

Acaba Alice tavana poster yapıştırmanın insanda magic mushroom yeme isteği doğurduğunu biliyor muydu?

Jefferson Airplane dinlemek ve shroom etkisi. Posterin içinin ne kadar derin olduğunu göstersin bakalım..

7 Haziran 2008 Cumartesi

stop chasing shadows, just enjoy the ride

7 Haziran – Kar yağışından günler sonra kar topu oynama çabası

Aman o ne yağmurdu öyle. Eski uçan evden yeni uçan eve gitmek için fırat nehrini geçmek gerekiyordu. Esasen ben hava ne güzel diyip açık ayakkabılar giymiştim. O yüzden rahat rahat geçtim. Orçun dedi ki yavaş yürüyelim yahu kaçmayalım, örnek olalım insanlara. Ben de dedim ki bir mayısta koşmayın kaçmayın diyenlere benziyosun. Ondan sonra marmara büfenin tentesinden öyle bi su boşaldı ki biber gazı bombası düşmüş etkisi yaptı ortamda.

Küçük beyoğlu tek kelimeyle şahane olmuş. Emek sinemasının arkasındaki sokağı almışlar. Sadece yolun kenarlarında değil sokağın her yerinde masalar var. Müzik kusursuz. High hopes diye bi içkileri var ki muazzam. Gerçi mavi rengi versin diye diş macunu kattıklarını iddaa edenler var ama. Ayrıca bizce bunun mavi değil turuncu olması lazımdı diye itiraz ettik. (biri klibe turuncu renk hakimdi diye ısrar ediyor, biri de bence büyük beklentilerin rengi turuncudur arkadaşım diyor, bilmiyorum. Benim bi sorunum yok, mavi de güzel bence) Sonra şahin k geldi. Şahin k’nın küçük beyoğlunda ne işi var bilmiyorum. Neyse sürekli çerööezz, biraöö, hay hops diyip durduk şirin garsonumuza, bi sürü şey içtik. High hopes’un formülünü çaldım, denicem evde. Yeni bir sangria vakası olmamasını umut ediyorum. Alpr’in gelmesini bekliyorum ama tabi denemek için : )

Sonra sabah, ıslak giysilerle uyumuş olduğum için bok gibi uyanınca elime bi fincan türk kahvesi ve roll’un nisan sayısını tutuşturup bunla oyalan sen dediler. Türk kahvesi pek güzeldi tabi ki ama roll’da inanılmaz güzel bir yazı var, nasıl yaparsınız bilmiyorum ama nisan sayısını edinebilen mutlaka okusun. Olaylar ve insanlar, filmler ve şarkılarla 68. Yazının adı “bitmeyen şarkı” sanırım. Azıcık şuraya yazsam intihal yaptım diye tutuklanmam heralde diye umuyor ve de çalıp çırpıyorum:

“………………….. 1968’in –ister yıl diyelim, ister ruh- ekseninin adını, o yılın ilk günlerinde yayınlanan albümüyle Jimi Hendrix koymuştu: “Eksen: Aşk Kadar Cesur” (Axis: Bold As Love). 1968’in son günlerinde gösterime giren “Eğer”’in afişi ise ebedi bir soru soruyordu: “Kimin yanında olacaksınız?” Konumuz nostalji değil, güncel tarih. The Economist bile, özel sayısında …………………. Şöyle diyor : “1968, kırkıncı yıldönümünde, modern tarih duygusu olan herkese tesir etmeyi sürdürüyor.”

Evet bitmeyen, sürüp giden bir şarkıdan bahsediyoruz. Jean-Luc Godard da “Bir Artı Bir”de öyle yapıyor. Onun seçtiği simge Stones’un “Sympathy For The Devil”ı; bizimkisi, sözlerini 1 mayıs pankartımıza yazdığımız “If Six Was Nine”. Hendrix’in şarkısı “Easy Rider”ın köprü sahnesine şu dizeleriyle eşlik ediyor: “Altı dokuz olsa / vazgeçmem / bütün hippiler saçlarını kazıtsa / dert etmem / beyaz yakalı muhafazakar çıkıp karşıma / plastic parmağını sallasa da / vazgeçmem…”

………………………………1960’ların ortalarından itibaren İngiliz rock grupları dünyanın çehresini değiştirmiş, gençliğin kulak kesildiği sözcüler olmuşlardı. 1968’e gelindiğinde siyaset dışında kalmaları mümkün değildi. Mick Jagger, “Street Fighting Man”in sözlerini el yazısıyla radikal sol dergi Black Dwarf’a göndermiş, onlar da tıpkı basım yaparak tam sayfa yayınlamışlardı.

1967’nin ikinci yarısından beri mistizimle iştigal eden Beatles’ın nasıl bir tavır alacağı merakla bekleniyordu.

Muhteşem dörtlü “Revolution”la çıkageldi. “devrim istediğini söylüyorsun / biliyorsun, hepimiz değiştirmek istiyoruz dünyayı.” Devamı “ama”yla geliyordu: “başkan mao’nun resimleriyle yürüyeceksen varacağın bir yer yok asla.” Bu dize, Maoistler bir yana, Marx, Engels ve Lenin’le birlikte Mao’nun resmini de pankart yapan dünya solunun hatırı sayılır bi kısmını gücendirecekti.

…………………..Lennon ’68 ekiminde üzerinde keyif verici madde bulundurmaktan tutuklanınca, Tarık Ali’nin yayın yönetmenliğini yaptığı Black Dwarf bir açık mektup yayınladı. “şimdi gördün mü ‘revolution’daki yanlışını?” diye başlıyordu John Hoyland imzalı yazı. “kibar devrim diye bir şey yoktur. Bu, şiddetin her zaman doğru olduğu anlamına gelmez. Hatta bir sonraki eyleme gelmen de şart değil. (sisteme meydan okumanın başka yolları da var) adaletsiz ve çürümüş bir toplumda tutuklanmak onursuzluk değildir. Soldan hiç kimse senin başına kötü bir şey gelmesini istemez. Fakat, bu olaydan ders çıkar John. İçinde yaşadığımız topluma bir bak ve kendine sor: Niçin? Ve sonra da gel bize katıl.”

……………………..1968 bir folk şarkısı gibi başlamıştı, ritmi giderek hareketleniyordu…………..Söz konusu şarkı “Sympathy For The Devil”dı ve bir şarkı olmanın ötesinde Godard’ın “bir artı bir”inin başrol oyuncusuydu. Godard Stones’la beraber stüdyoya girmiş ve “Sympathy For The Devil”ın kayıt sürecini baştan sona çekmişti. Bu görüntüleri “bir artı bir” in merkezine oturtmuş, ancak şarkının tamamlanmış haline yer vermemişti. Yapımcıların ticari kaygılarla filmin adını değiştirip “Sympathy For The Devil” koymaları, ayrıca şarkının tamamlanmış halini de eklemeleri, üstelik bunları izin almadan yapmaları Godard’ın tepesini attıracak, yapımcılardan birine kroşeyi çakacaktı. Haksız sayılmazdı, filmini müdafaa ediyordu – bir nefsi müdafaa. Ayrıca tutarsızlıkla da suçlanamazdı. Şiddet hakkındaki görüşünü şöyle formüle etmişti: “hücum barışçıl olmalı, müdafaa ise şiddetli”

…………………………..”bir artı bir”in finalinde iki bayrak dalgalanıyor, biri kızıl, diğeri siyah. Eleştirmen Martha merril’e gore “bir artı bir” komünizm artı anarşizmdi: “devrim komünizmi yaratacaktı, ama komünizme, o toplumu sürekli eleştiriye tabi tutma imkanı eklenmeliydi. Godard’ın ‘bir artı bir’i bu”. Tevekkeli değil, filmin adına dair sorulara, godard hep aynı karşılığı veriyor: “bir artı bir iki etmez, bir eder.”

…………………………………….kırmızı ve siyah demişken, Leo Ferré’yi de selamlamayı unutmayalım, bir Leo Ferré şarkısıyla: bize bu iki rengi verdiğin için tenk yu şeytan.

Öyle işte bulursanız okursunuz. Yücel Göktürk beni affetsin artık yazısını parçalayıp yazdığım için buralara.

Günün dinlemeyeni dövdükleri şarkısı: ezginin günlüğü – çocuğun kurguları

6 Haziran 2008 Cuma

Ama mutsuzluğa da var mısın?

4 haziran’ın ikinci yarısı – The cure for boredom is curiosity.
Öncelikle allah aşkına bi gün de bişi yazma diyenler için konuşuyorum; ya biz blogu niye antoloji gibi kullanıyoruz ki arkadaşım, blog dediğinin tam da böyle olması lazımdı bence. Neyse bundan sonra benim tarafımdan böyle kullanılacak. Alpr de bayılıp giderse blogu sahiplenirim hatta benim olur niehea.

bugün bi ara felaket bi can sıkıntısı uğradı bizim eve, o sırada aklıma şey geldi. Hani bloğumuzun tepesinde “sonraki blog” diye bi tuş var ya, kaç zamandır gözüme takılıyor ama hiç tıklamamıştım daha. Bugün bakalım neler gelecek diye tıkladım. Meğersem inanılmaz zevkli bişimiş, en azından canı sıkılan insana tvde zap yapmak gibi geliyor, faideli bişi. Çeşit çeşit bloglar gezdim, ninja kaplumbağalarla ilgili bi blog, new hempshire ile ilgili bi tane, içki şişelerinden kahvaltı masasında elinde kahveyle insanlara, tatil resimlerine, ordan cape town gezisine..çok garip bi şey sanki insanların aile albümlerine günlüklerine bakıyomuş gibi hissettim kendimi (ki öyle aslında?) çok güzel şeyler gördüm hatta duygulandım bile galiba niye bilmiyorum.

Aşağıda linkini göreceğiniz blogların hiçbirinde kayda değer bişi yok, fakat hiç tanımadığı insanların hayatlarından bi kesite bakmak isteyen başka manyaklar olursa diye 5 tane seçtim:

bu ada için : ) amsterdam in winter ve the beach diye iki post var ama ikisi de çok güzel.
http://inwordsandpics.blogspot.com/ (tam ben iki post var derken adam üçüncü postu attı töbe töbe. Neyse o da çok güzel. Amsterdamın yazını kışını baharını görelim, sahile kadar da inelim.)

bütün hoplayıp zpladığım bloglar içinde en çok bunu beğendim
http://furryfriends2008.blogspot.com/

chisasibi nere lan? http://joannaandalex.blogspot.com/

bi kelime bişi anlamadım ama bütün resimlerde herkes çok mutlu, kıskandım
http://nopo-tiina.blogspot.com/

güney çok egzotik bi yerdir, ağaçta biberli zeytinler yetişir
http://sweet-tea-and-me.blogspot.com/

ayrıca last fmde resul balayı “thor loves this music” diye taglemişler, sabahtan beri sırıtıyorum bu yüzden. Halbuki komik değil. Gene de thor’un oturup resul balay dinlediğini düşünür gibi oldum iki saniye, etkisi kalıcı oldu. Last fm her zaman için çok yararlı bi şey.

Ha bi de bunları ekşi sözlükte gördüm, lan çocuklar ne garip hatıra defteri tutmaya başlamış?? http://img404.imageshack.us/my.php?image=pc2600090lc.jpg
daha kapandı yazamıyor kızımız ama aşk üçgeni (hatta dörtgeni sanırsam) falan olmuş oralar. http://img513.imageshack.us/my.php?image=pc2600125ch.jpg
bunun hastası oldum ahahah “anne çok ters bi zamanda aradın” gibi, salıncaktan düşmek üzereyim bay diyor. Kemal atatürk diye imza atmış bi de.

Bazen çocukları izlerken (ki milyon yılda bi çocuk izlerim) ilerde hiçbi şeyden anlamayan yaşlılar olucaz diye çok korkuyorum. Gerçi tom robbins de 68 yaşına geldi, hala her bi şeyden anlıyor. Fakat ona benzemekten çok dedeme benzeme ihtimalim var heralde.

Bugün böyle internet dünyasından bildirdik.

Günün okunası ekşi sözlük başlığı: fırat yönetimindeki türk milli takımı

5 haziran - There is no cure for curiosity.

İtiraf etmek istiyorum, bütün kötü korku filmlerine bayılıyorum. Oturup bütün gün kötü korku filmleri izleyebilirim. Ama tek başına zevkli olmuyor. Salak saçma kadın programlarını izlemeyi de seviyorum kimi zaman, ama o da kesinlikle tek başına olmuyor. True cover diye fondoten benzeri bişeyin resmen bi saat süren reklamını izlerken en enfes komedi filmlerinde güldüğünden çok daha fazla gülebiliyor insan. Yeter ki birileri olsun. Esasen bütün kötü filmleri (ama gerçekten kötü olanları) seviyorum. Rezil rüsva eski türk filmlerini de, b film denen şeyleri de. Ama şimdi ben tek başıma ne kadar “yasak sokaklar” ya da “plan 9 from outer space”i izlesem olmaz yani. Bugün buna sıkıldı canım benim.

La Jolla’da t-shirt satarken bir akşam üstü sahildeki çimenlere kocaman masalar kurmuşlardı. Açık hava düğünüymüş. Hem de bildiğimiz açık hava düğünleri gibi belirli bi bahçede veya bi çitin öteki yanında değildi, bildiğimiz parktaydı. (meclis parkı okyanusun kıyısında olsaydı mesela böyle bi şey olabilirdi) Önce yemek yediklerini hatırlıyorum, o sırada başka insanlar çimlerde yayılmış yatıyorlardı, frizbi oynayanlar vardı (frizbi oynayan bi köpek de vardı) sonra aşağıya indiler. (okyanus merdivenlerin aşağısında çünkü) gelinin çıplak ayakla kumla okyanus arasında bi yerde durduğunu hatırlıyorum, babası bir konuşma yaptı, sonra şampanya patlattılar orda, dansettiler hep beraber. Kayalarda foklar falan yatıyordu.
iyi de ne anlatıyosun derseniz ne anlattığımı ben de bilmiyorum.

Görsel malzeme:




Günün inanılmaz anlamsız triviası: panapo’o hawai dilinde “unuttuğu bir şeyi hatırlamak amacıyla kafa kaşımak” demekmiş. Biliyor muydunuz diye bitirmem gerekirdi cümleyi ama üşendim.
Paypır, güneş sistemindeki adını roma veya yunan mitolojisinden almayan tek gezegenden bildirdi.

4 Haziran 2008 Çarşamba

SÜTÜ ISITMANA GEREK YOK!

2 haziran - I’m a road runner honey, beep beep.

Bugün size komutan uçan tekme’nin vecihi isimli şarkısını öneririm gençler, madem ki aramızda meraklıları var : ) (breaking ne la’ya da bittim ayrıca. Hoş çalışmalar)
komutanucantekme.com'dan edinip dinleyelim.

Ada’dan mı bana geçti benden mi ona, yoksa bir araya gelince böyle bir hastalığa mı kapıldık zamanında bilmiyorum ama bu çöp toplamacılık ne kötü bi uğraştır ya. Üstelik bazen arşivciliğe doğru kayıyor pis şey. Bazen kendimi keşke çok çok param olsa, mesela şöyle kocaman bir kütüphane yapsam, bi sürü bi sürü kitaplar alsam diye düşünürken buluyorum. O kadar kitabı nereye koyacaksın? Bi sürü odası olan bi ev de gerekir öyle olunca. O zaman virginia woolf’un “yüzlerce odaya sahip olmaktan daha bayağı bir ihtiras bulunamazdı.” dediğini hatırlıyorum orlando’da, utanıyorum. Ada bir zamanlar bana insanlar pikniğe giderken senin şehir değiştirirken yanında götürdüklerinden daha çok şey götürüyorlar gibisinden bişi demişti. (her şeyin orjinalini de hatırlarım ama bunu unuttum bak.) O zaman bu kadar eşya biriktirmek niye?

Günün albümü: pearl jam – ten

3 haziran – sevdiği şey: hayat, Londra, bu haziran dakikası

Her şey insanların kendini nasıl tanımladığıyla ilgili galiba.

ben bugün kendimi fırından yeni çıkmış ekmeğin üstüne ev salçası ve süzme yoğurt sürmüş, bir fincan kahveyle serin bir haziran akşamı terasta (balkonumuzun teras olduğu günlerden bugün. Çünkü Colin’in dediği gibi, insanlar değişmez, eşyalara değişir.) oturmuş candice hanımı dinleyen mutlu insan olarak tanımlıcam.

Bugün 3 haziran bir de tabi.terasa çınar dikilmez ama. Limon ağacı dikeriz biz de.

Günün metni: "eski zamanları hatırlayın. perilere layık büyük pasta'nın yapıldığı zamanları; sadece kuyruk ısırandan korkan ejderhalar, kötü krallar, topraklarınızda gezinen devler, azalmaya başlayan şövalyeler dönemini. ve siz elinizde eski ve üzerinde yazılar bulunan bir kılıçla ejderha avlamak zorunda kalırsınız; yaprakları ağaçtan daha iyi resmedilen türden bir ressamsınız, yağmurlu, rüzgarlı ve gün ışığının da çekip gittiği bir gece, odanızın içinde açan bir sarmaşık yaprağının sesini duyarsanız; elinizi beyaz kabuğuna dayadığınız ağaç, bir gün, ''uzaklara git. rüzgar senin peşinde. git ve asla dönme'' derse; üstünüzde koca bir yorgunluk ve yoksunluk duygusuyla kendinize gelircesine etrafa bakıp, ''niye yalnızız?'' diye sorarsınız; küçük bir çocuk elinizi sessizce tutup ''üzgünüm'' diyecektir. "

4 haziran’ın ilk yarısı – dinozor dalında güzel

Madem ki bugün alpr’in doğum günü, bu da bizim alpr’le “sadece şarkı isimleriyle konuşabilir miyiz acaba?” isimli denememiz. Barda tanışan iki insan olduğumuzu farzediniz:



Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
evanescence - hello
the doors - my eyes have seen you
zuhal olcay - canım seninle olmak istiyor
piper:
garbage - you look so fine
james - pleased to meet you

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
led zeppelin - thank you
jeff buckley - everybody here wants you
jimmy hendrx - foxy lady

piper:
beatles - i don't want to spoil the party
but (joker)
goo goo dolls - hate this place
so (joker )
robin sparkles - lets go to the mall (jdsalkejwkdlşkaslşkae)

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
(ahuahahuaha)
Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
then (jk)
ramones - hey ho, lets go
skid row - mexican girl
lynrd skynrd - what is your name?

piper:
the clash - what's my name?
david ford - i don't care what you call me
but (jk)
depeche mode - if you want
blondie - call me
suzanne vega - luka

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
anouk - girl
leon soundtrack - how do u know its love?

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
(biraz kolaya kaçtım evet )
piper:
(olm benim içimden a jedi shall not know anger nor hatred nor love demek geldi dkasjaklda dur biraz düşüneim şarkı bulayım madem)
Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
(ahuahaha söyle ama öyle şarkı bulabilirsen )
piper:
elvis costello - the name of this thing is not love
radiohead - just
u2- desire

piper:
(madem ki kolaya kaçıoruz, böl parçala yönet mihih)
pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
sugarland - baby girl
bon jovi - you give love a bad name (başka bir şey yazacaktım da dayanamadım )

zeki müren - sen aşk nedir bilmezsin
but (jkr)
scorpions - believe in love

piper:
(sugarland ne lan hayatımda duymadım)
Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
ne bileyim ya varmış
Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
(ayy pardon parantezli)
piper:
aşkın nur yengi - ay inanmıyorum
i want to know what love is (bu kimin bilmiyorum radyo odtüde aşk şarkıları özel çeyreğinde habire çalıp duruodu)
oasis - do you know what i mean? (oasisle aşkın nur yenigiyi aynı cümlede kullandıım için kendimden tiksindim bi müddet)

Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter..:
zeki müren - güle sor bülbüle sor (:D )
rosey - love
is a (jkr)
massive attack - new world
the cure - just like heaven

björk - all is full of love
beatles - michelle
is (jkr)
jeff buckley - dancing in the moonlight
blackmore's night - under a violet moon
or (jkr)
levent yüksel - tuana
is (jkr)
muddy waters - 40 days 40 nights
rainbow - stone cold

deep purple - love is all

piper:
The smiths - Never had no one ever
Def leppard - now
Stooges – i need somebody
Deep purple – i need love
Rolling stones - i want to be loved!
Erasure - Lay all your love on me
Audioslave- Show me how to live
Beatles - Don t let me down
U2 - Never let me go (öf bu ne enfes şarkıdır bi de)
(lan az önce bu aşk değil diodu şimdi ne diyo manyak galiba bu kadın =) )


devamı gelecek.

Günün ismi: fenchurch (dire straits dinleyen ve ayakları yere değmeyen –deyim değil, gerçekten ayakları yere değmeyen- bir kadına da başka isim yakışmazdı)