26 Kasım 2007 Pazartesi

işte gidiyorum
birşey demeden arkamı dönmeden şikayet etmeden
hiçbirşey almadan birşey vermeden
yol ayrılmış görüyorum...

aptalca bişeyler yaptım, saçmaydı, gereksizdi, olmamalıydı...
bir adım geride beklemem gerekirdi ama ben cahilce ileri atıldım.

şimdi sigara içiyorum gereksizce devam ediyorum ama bunun dumanı hiç bu kadar güzel gelmemişti...

belki ben doğruyum belki de doğruyu bulmayı çoktan unutmuşum ama bunu ben yapmamalıydım.

zaten nerden çıktı ki durup dururken neden çıktı yada. değer miydi değmez mi onu hiç sormuyorum bile ama yıllarca geri gitmişim meğer...

gidiyorum...

6 Kasım 2007 Salı

Koku ve iyi olma üzerine..

Evet ne alakası var diye düşünebilirsiniz ilk bakışta, tıpkı benim gibi. Ve evet haklısınız da zerre alakası yok şu yazacaklarımın birbiriyle..

Aşkın gözü kördür sözü çok güzel bir söz. Ama yüzyıllardır yanlış anlaşılmış bir sözdür de aynı zamanda. Göz bir aşkta sadece küçük mutlu göz yaşı yumurcakları doğurmakla görevlidir. Bir de tabi sevgilini yumuşakça öpmekle, burnuna kafa atmayı ayırmakta kullanılan ufak klavuz çizgisini tutturmakta. Onun dışında insan burnuyla aşık olur. Bu yüzden kendimizi aşık olmaktan alıkoyamayız. Gözlerimizi kapatsak da burnumuz hep tetiktedir (son iki cümle araktır ya da benzerdir). Bir aşığa, terkedilmiş bir aşığa yapılabilecek en kötü şey ona sevgilisinin kokusunu sunmaktır. Bunu nereye bağlayacağım bilmiyorum. Ama özlüyorum, aşkın kokusunu. Koklamayı, her bir koku tomurcuğunu içime çekmeyi özlüyorum. Ve çevremdeki psikolog adaylarından öğrendiğim kadarıyla böyle şeyler -yani koku palavraları- kadınlarda olurmuş. Korkuyorum bazen kendimden, gittiğim yoldan. Acaba takip ettiğim bu koku cadının kazanından mı geliyor yoksa fırıncının kızı henüz yeni bir kek mi yaptı?

Aşık olmak diyince korkuyorum gene. Korkuyorum bunca değişme çabamdan sonra yeni bir şeyin beni tekrar başladığım noktaya döndüreceği düşüncesinden. Bilmiyorum kalıcı kılabildim mi kılamadım mı. Zaman bütün kötülüklerin anasıdır ya; bakalım göreceğiz ne boktan bir işin içine girmişim.

Kötü olup insanları üzmek mi yoksa iyi olup insanları üzmek mi? Sağcı bir görüş benimsedim sanki o aldığım karardan sonra. "İnsanları üzmeden mutlu olmaya çalışmaktan yoruldum. Artık mutlu olmaya çalışmayacağım". Ama şu geldiğim noktada görüyorum ki insanları üzmemek mümkün değil. Yani ikisinden de vazgeçtim artık. Bugün birini daha üzdüm. Ve sırf iyi olduğum için, değiştiğim için. Eski ben olsaydım eğer o kişi kesinlikle üzülmeyecekti. İki ucu boklu anlayacağınız. Anlayacağınız tünelin ucundan yine Mahmut Hoca çıktı..

2 Kasım 2007 Cuma

rezil oluorum...

bugün metroda rezil oldum..kendi kendime gülüyorum..hep yapıyorum bunu..engelleyemiyorum..olmuo..yapamıyorum..

leydiiiis en centılmın.....yiiit özgür..
''- lütfen mahkemedem olduğunuzu unutmayınız..
-unutmuyorum allah allaaah!!
-daldın bi ara çünkü..''


''-çok pardon deminden beri sorucam soramıyorum.allah var mı?
- var
-harika!! bugün duyduğum en güzel şey bu!!
- bişey mi kullanıyosun sen?
-fondöten...çok mu belli olmuş?''

el insaf yav....alın okuyun bu haftayı,mütiş. el insaf..insaf

1 Kasım 2007 Perşembe

"peki ya altın topa ne oldu?"

Dünyada iki tür insan vardır: tüm kalbiyle sevdiği altın topunu bir gün nehire düşüren prenses ve ona yardım edip altın topu nehirden çıkaran, öpünce prens olan kurbağanın evlenip sonsuza kadar mutlu yaşadığı masalı dinledikten sonra altın topa ne olduğunu merak edenler ve etmeyenler.

Birinci gruptaki insanlar nesnelerle bağlar kurarlar. Bu bir yüzük olabilir örneğin. Bir ice-tea kutusu olabilir gerekirse. İnsan isterse bir domatese bakarken de ağlayabilir.

İkinci gruptaki insanlar masal bittikten sonra başka bir masal dinlemek için uzaklaşırlar. Onlar için top dekorun bir parçası, bir oyuncak, bir nesnedir yalnızca.

Birinci gruptaki insanlar, ikinci gruptaki insanların arkalarında bıraktığı zaman diliminde yaşamaya devam ederler. Bir gün zaman makinası keşfedilecekse mutlaka birinci gruptaki insanlar tarafından keşfedilecektir.